Çoğu zaman, önder, hükümdar ya da ayrıcalıklı bir sınıf, yeryüzündeki egemenliğini güçlendirmek için,

ona dinsel görevler eklemiştir ya da politik gücü elinde tutan sınıfla dinsel grup arasında bir çıkar ortaklığı kurulmuştur.

A. EINSTEIN

ÖN SÖZLER…

Atatürk dinin yüceliğinden, ulviyetinden ve kutsiyetinden söz ederken; “dini siyasete alet edilmesin,din şahsi çıkarlar için kullanılmasın” demekte ve şu olayı bir örnek olarak zikretmektedir: “Hz. Ali ile Muaviye Sıffın Savaşında kıyasıya birbiriyle mücadele ederken Muaviye tarafı yenilmek üzereydi. Orada bir hile düşündüler. Mızrakların başına Kur'an-ı Kerim’i astılar. Hz. Ali bunlara; aldanmayınız, bunlar Allah'ın yüce kelamını mağlubiyetlerini önlemek için alet olarak kullanıyorlar, dediyse de “Kur’an’a karşı savaş yapılmaz. Kılıç çekilmez” dediler ve neticede o savaşta Hz. Ali mağlup oldu.” Bu örneği zikreden Atatürk’ün yorumu ilginçtir: “İlk defa İslam tarihinde Kur'an-ı Kerim, süfli bir menfaat uğruna kullanılmıştır.”


Atatürk, Yüce İslam dininin şahsi çıkarlar için kullanılmasını irtica olarak kabul etmektedir. Kim dini ve yüce din duygularını siyasi çıkar için veya başka dünya menfaati için, makam için ve şöhret için kullanıyorsa, o kimse mürtecidir, diyor. İrticayı da böyle tarif ediyor. Bu sözler İslam dininin temel kaynağı ve Atatürk’ün de miyar kabul ettiği Kur'an’daki prensipler doğrultusunda değerlendirildiğinde bunların ne kadar isabetli olduğu rahatlıkla anlaşılır. Zira Kur'an-ı Kerim’de; “benim ayetlerimi az bir değer karşısında satmayınız” denilmektedir. Din Allah içindir. Din yaşanır ve bir hayat tarzıdır. Bu yüce dini ve yüce dini duyguları herhangi bir menfaat karşısında değiştirmek, bunu alet etmek, İslam dinine yapılan en büyük kötülüktür ve dinimiz bunu şiddetle men etmiştir

Esir iken mümkün müdür ibadet?
Yatıp kalkıp ATATÜRK'e dua et.
Senin gibi dürzülerin yüzünden,
Dininden de soğuyacak bu millet

NEYZEN TEVFİK

"Türkler Arapların dinini kabul etmeden önce de büyük bir millet idi. Arapların dinini kabul ettikten sonra bu din Arapların (..) Türklerle birleşip bir millet oluşturmalarına hiçbir etki etmedi. Tersine, Türk milletinin milli rabıtalarını gevşetti; milli duygularını, milli heyecanını uyuşturdu. (..)

"Türk milleti birçok asırlar, (..) bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kur'an'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndü. (..)

"Türk milletini Allah için, Peygamber için topraklarını, menfaatlerini, benliğini unutturacak, Allah'la mütevekkil kılacak derin bir gaflet ve yorgunluk beşiğinde uyuttular. (..) /(Atatürk, 2000)

Özer Ozankaya ise, yüzlerce yıl güneş tutulmasına uğratıldığımızı belirtmişti.

GİRİŞ

İnanç ile kanıtları tarafsızlıkla incelenmemiş bir şeyler öğretilir ve çocuklara

değişik bir düşünce edinebilmeleri için kanıtlar aramak yürekliliği verilmez.

B. Russell

Din, dirimbilimsel, tarihsel, toplumsal/ruhsal, bireysel, düşünsel evrimin bir kesitinde, bir süreç sonunda bir olgu olarak doğmuş, yaşamış; bir açıklama, anlama, düzenleme bütüncesidir. Gerçek işlevini, toplumsal ve düşünsel evrimin zorunlu sonucu olarak yitirmiş, günümüzde bir araç işlev olarak  zora, hileye dayalı olarak yaşatılan bir olgudur. Kendinden önceki büyü gibi, mitoloji gibi güncelde yaşatılması daha çok ekonomik nedenlere dayalı olarak  varlığını sürdürmektedir. Ancak, temel işlevselliğini yaşatacak toplumsal, tarihsel zemin bulamadığı için, bu işlevini çürüyerek ve çürüterek yerine getirmektedir. Özünde çürümüştür. Düşünce tarihinin bir inceleme nesnesi olmak yerine, çürümüşlüğüyle güncel düşünceye etki ettirilmektedir. Yaşatan, yayan güçler de çürüyen güçlerdir. Çürümelerini geciktirme, çürüyüşlerinin ayırtına varılmasını önlemek için, çürümeden umut beklemektedirler. Çürüyerek çürütmekte, çürüterek çürümektedirler. Başka yolları yoktur; vahşi, karanlık, çirkin, yıkıcı etki, eylem ve düzenlemeleri ancak ortaçağ insanına benzer bir insan toplumu yaratmakla olanaklı olduğu için,

Zincirlerin üstünü örten hayali çiçeklerdir DİN

Din eğitimi mi, din eleştirisi mi

İnsanı yapan din değil, dini yapan insandır. Gerçi, din, henüz kendi kendini bulmamış olan ya da kendini yeniden yitirmiş insanın kendi hakkındaki duygusu ve kendi hakkındaki bilincidir. Ama insan, dünyanın dışında bir yerlere çekilmiş soyut bir varlık değildir. İnsan, insanın dünyasıdır, devlettir, toplumdur.  Bu devlet, bu toplum, dünyanın tersine çevrilmiş bilinci olan dini yaratırlar, çünkü onların kendileri tersine çevrilmiş bir dünyadır.

Dinsel sıkıntı bir yandan gerçek sıkıntının ifadesi, bir yandan da gerçek sıkıntıya karşı protestodur. Din, aklın içinden atıldığı toplumsal koşulların ruhu olduğu gibi, ezilmiş yaratığın iç çekişidir, taş yürekli bir dünyanın ruhudur. Din halkın afyonudur.

Halkın aldatıcı mutluluğu olarak dinin ortadan kaldırılması, halkın gerçek mutluluğunun beyan ettiği taleptir. Durumu hakkında hayallerden vazgeçmesini istemek, onun hayallere gereksinmesi olan bir durumdan vazgeçmesini istemektir. Öyleyse dinin eleştirisi, ilke olarak, dinin halesi bu gözyaşları vadisinin eleştirisidir.

Eleştiri, zincirlerin üstünü örten hayali çiçekleri yoldu; bunu, insanı gerçek umutsuzluğa götüren zincirler taşısın diye değil, zincirleri atsın ve canlı çiçekler toplasın diye yaptı. Dinin eleştirisi, hayalleri olmayan, akıl çağına gelmiş bir insan gibi kendi gerçeğini düşünsün, etkilesin, ona biçim versin diye, kendi çevresinde, yani gerçek güneşi çevresinde dönsün diye insanın hayallerini yıkmıştır. Din, insan kendi çevresinde dönmediği sürece, insanın çevresinde dönen hayali güneşten başka bir şey değildir (Marks, Engels,2000;38).

Örneğin fetullahçılık, İslamiyet’in burjuva/emperyalist sermayenin gelişiminden başka bir şey değildir. Öylesine açık ki, adını aldığı adam, Fetullah, abd’de abd sermayesinin bir beslemesi olarak varlığını bu ülkelerde sürdürmektedir.

Çürüme Nerde Başlıyor?

Ancak çürüyen ile çürütülebilir. Amaç dinin çürümesi değil, amaç insanın, insan aklının, insan algısının, insan yorumunun çürütülmesidir. Bu da, çürüyen ve çürüten para egemenliğinin çürüyen emperyalizm ile zorunlu ilişkisi ile  çürüyen din ile yapılmaktadır.

Gerçek dünyanın, dinsel yansıması, kaçınılmaz olarak, günlük yaşamın pratik ilişkilerinin insana, onun öteki insanlar ve doğa ile ilişkilerini tam anlamıyla anlaşılır ve akla uygun bir ilişki olmaktan öte bir şey sunmadığı zaman, ancak o zaman yitip gider.

Burjuva (kapitalist-para egemen) ekonomisi, yabancı egemenliğin nedensel bağlantısını görmeyi engelleyemese de, bu hiç bir şeyi değiştirmez. Para-sermaye ekonomisi, ne genel olarak bunalımları önleyebilir, ne bireysel kapitalist kayıplardan, karşılıksız borçlardan, iflaslardan, ne işçiyi işsizlik ve sefaletten esirgeyebilir. Atasözü hep haklı: insan önerir, Tanrı düzenler (tanrı, yani kapitalist üretim biçiminin yabancı egemenliği-emperyalizm).

“Engisizyondur, isterse dünya güneşin çevresinde dönsün, Galileo’yu mahkum eder. Ateştir, Bruno’yu; Sivas’ta çocuk, kadın ve erkekleri diri diri yakar; bıçaktır, Nesimi’nin derisini yüzer. Yağlı ilmektir, ‘Her çiçekten bal eyleyen, Pir Sultan Abdal’ın gül boynuna Hızır Paşa’nın kirli elleriyle dolanır; bağ testeresidir, Kubilay’ın başını kopartır, fırsatçıdır, sinsidir. Pusu kurar, kurşunlar, Turan Dursun’u…(Oymak, 1993)

Türkiye’de Din, Ekonomi, Eğitim İlişkisi

Din satıyor ve din satılıyor.

Din, bir rant, ekonomik bir araç, bir alım satım, kazanç aracına dönüştürülmüştür.

Emperyalist ekonomi politik, yerkürede, sermayenin küresel akışını, egemenliğini kolaylaştırmak, sağlamak için, savaş dahil her yolu denemeye karar kıldığında; (bu kararların Türkiye’deki adı 24 OCAK KARARLARI olacaktı; uygulaması ise, liberal ekonomi-serbest piyasa-özelleştirme ve sağlık, eğitim, sosyal güvencede sermaye ve sermaye devletinin katkılarını sıfırlamak; tarımda üretimi olabildiğince kısıp, küresel sermayenin, emperyalist ülkelerin ürünlerine ülkeyi tümüyle açmaktı.) Türkiye benzeri ülkelerde (Şili, Yunanistan, Arjantin vbg.) askeri darbeler için koşullar hazırlandı. İşbirlikçi sermaye, biraz da bir gülelim diyerek, bu süreci özetlemişti ülkemizde. Askeri darbe, Abd’nin deyimiyle, bizim çocuklar tarafından uygulandı. Sendikalar, demokratik kitle örgütleri, bilimden halktan yana siyasal örgütler kapatıldı. Düşünce, örgüt, insan üreten bireyler (bilimci, öğretmen, işçi, köylü, genç, doktor kim varsa) ölüm, işkence, cezaevi ile onlarca yıl toparlanamayacak bir toplumsal düzen sağlandı. Çünkü bu küresel sermaye ve işbirlikçi sermayenin kararlarını örgütlü ve bilinçli, yurtsever bir toplumda uygulamak kolay değildi. Örgütü, bilinci ve yurtseverliği dumura uğratmak gerekti. Ekonomik uygulamalar (özelleştirmeler, gümrük birliği, tarımsal uygulamalar, satmalar, savmalar) yürütülürken, kültürel uygulamalarda devreye sokuldu. Yurtseverlik gibi nesnel dayanağı olan güçlü kültürel bilinç türleri karşıdevrimci özgürlükçülük ve ümmet kültürü olan din ile yıpratıldı. Sermayenin en sinsi en göz boyayıcı kavramı olan demokrasi, çürümüş ve işlevini yitirmiş din ile birleştirilerek görsel, yazılı basın ve Soros, Ab, Abd vakıfları ile de en yoksul, en bilinçsiz, en örgütsüz bölge, semt, mahalle ve kentlerde insanlarımızın bilinçlerine boca edildi. İşbirlikçi din, sermayenin emrine verilen din, anti emperyalist özellikleri törpülenerek birer sürüye dönüştürülmek istenen insanımızın, özellikle de kadınların, akıllarını ve yüreklerini ablukaya aldı.

Ancak, sermaye, aynı anda, tüketen bir topluma gereksinim duyduğu için, dinle uyuşturulmuş, para ile tüketen bir yapı ortaya çıkardı. Çürüyen din, iyice çürüdü; ama orda durmadı, dinin nesnesi ve öznesi  insan da çürüdü.

Türkiye’de dinin ekonomi ile ilişkisini, ekonomik kararlar, ekonomik uygulamalar, özcesi ülkeyi ve halkı işbirlikçilerle sömürmek için nasıl iç içe geçtiğini tarihsel bilgi ile de görmek olanaklıdır.

23 Ekim 1923: Pazartesi günü, saat 20.45; Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir; 158 milletvekili, oy birliği ile karar kabul edilmiştir

7 Ocak 1924: Yabancı okulların binaları içindeki dini belirti ve işaretlerin kaldırılması için Milli Eğitim Bakanlığınca genelge yayımlandı.

3 Mart 1924 : Tevhid-i Tedrisat Kanunu (No: 430) kabul edildi. Böylelikle bütün okullar Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı.

8 Mart 1924   Dinî mahkemeler kaldırıldı.

19 Ocak 1925 Bakanlar Kurulu gümrük vergilerinin Amerikan ürünlerine de uygulanacağına dair karar aldı.

30 Ağustos 1925  M. Kemal Kastamonulara seslenirken, "iyi biliniz ki,Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz." dedi.

23 Eylül 1925   M. Kemal, istiklal Ticaret Okulu öğretmenlerine şöyle seslenmiştir: (...) Dünyada her şey için, uygarlık için,yaşam için, başarı için, en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. Bilimin ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cehalettir, delalettir. (...) Ulusal eğitim ile geliştirilecek olan genç beyinleri, bir yandan da paslandırıcı, uyuşturucu, hayali bilgiler ile doldurmaktan dikkatle kaçınmak gerekir.

29 Ocak 1928  Hıristiyanlık propagandası yaptığı gerekçesiyle Bursa Amerikan Kız Koleji Bakanlar Kurulu kararı ile kapatıldı. 10 Nisan 1928 Anayasa'dan dini terimlerin kaldırılması hakkındaki (1222 sayılı) kanun kabul edildi.

1 Eylül 1929   İlk ve orta öğretim okulları ders cetvellerinden Arapça ve Farsça dersleri kaldırıldı.

18 Temmuz 1932 Ezanın Türkçe okunmasına başlandı.

3 Aralık 1933     Milli Eğitim Bakanlığı, Devrim Tarihi dersinin liselerin her sınıfında okutulmasına karar verdi.

26 Kasım 1934 Efendi, Bey, Paşa ve ağa gibi unvanların kaldırılmasına dair (2590 sayılı) kanun kabul edildi.

10 KASIM 1938    ATATÜRK ÖLDÜ

18 Temmuz 1946  Bayar, Balıkesir'de konuştu :"Yeni bir devre giriyoruz. Oylarınızı vicdanlarınızdan kopup gelmelidir ve yalnız vicdanlarınızın sesini aksettirmelidir. Bunu izin sezim tam anlamıyla serbest olmalıdır.

25 Mayıs 1948    İlahiyat Fakültesi kurulması kararlaştırıldı.

1 Kasım 1948    Millî Eğitim Bakanı , Şubat 1949 dan itibaren isteyenlerin din dersi takip edebileceklerine karar verdi.

1 Şubat 1949     İlkokullarda ihtiyarı olarak, din dersi okutulmasına karar verildi. (MEB, 70/5426 sayılı genelgesi)

16 Haziran 1950 Türkçeleştirilmiş ezanın eskiden olduğu gibi Arapça okunmasına dair (5665 sayılı) kanun kabul edildi.

8 Ağustos 1951  Halkevleri kapatıldı.

20 Eylül 1951     NATO’ya (Kuzey Atlantik Paktı) alınmamız kabul edildi.

4 Kasım 1951   İlkokullarda "din dersi" ders programına alındı. (Bakanlar Kurulu Kararı 3/12018)

29 Aralık 1952  Öz Türkçe kelimelerle meydana getirilmiş olan  1945 tarih ve 4695 sayılı Anayasa, kaldırıldı ve 20 Nisan 1924 gün ve 491 sayılı Anayasa tekrar yürürlüğe girdi.

5 Mayıs 1953  Milli Korunma Kanunu yürürlükten kaldırıldı.  Profesörlerin politika ile uğraşmalarını yasaklayan kanun kabul edildi.

18 Ocak 1954   Yabancı sermayeyi teşvik kanunu kabul edildi.

27 Ocak 1954  Köy Enstitüleri kapatıldı (6234 sayılı kanun)

22 Nisan 1954  Bayar Bolu'da, "Biz Kore'ye asker gönderdik. Türk kahramanları, emsalsiz evlatlarımız silahlarıyla ne şekilde dövüştüklerini bütün dünyaya göstermiş bulunmaktadır" dedi

.

23 Haziran 1954   Türkiye Amerika Vergi muafiyeleri antlaşması imzalandı

1 Ekim 1958     Diyanet işleri Başkanı Eyüp Sabri Hayırlıoğlu "Kuran’ın Türk harfleriyle yazılması doğru değildir" dedi.

18 Kasım 1959  Yüksek İslam Enstitüsü İstanbul'da geçici olarak imam Hatip Okulunda öğretime başladı

1 Ocak 1960    Nurcular çalışma alanlarını genişlettiler. Saidi Nursi İstanbul'a geldi

3 Mayıs 1960   KKK Cemal Gürsel’in hükümete uyarı mektubu : {...) Bu yaptığınız işleri müstemleke (sömürge) idarecileri de yapar.(...) Talebelerin hürriyet duygusu ile yaptıkları masumane tezahürata karşı kıtalar sevk edilmesi ve onların desteği ile emniyet kuvvetlerinin ilim yuvalarının içine kadar girerek talebeleri, profesörleri ile beraber coplarla ve kurşunlarla tedip etmesi, dünyada görülmemiş feci bir şeydir. Bu hengamede kız talebelerin yürekler   parçalayıcı çığlıklarının analar, babalar ve halk ruhunda onulmaz yaralar açacağını ve açtığını anlamak memleketin huzuru bakımından büyük bir hata ve hazin bir gaflet olduğuna kaniim. Biz gençlerimizde hak, adalet ve hürriyet duygularının gelişmesinden ve kemalinden memnun olmamız lazım gelmez mi? İstikbali hissiz, duygusuz, müstemleke(sömürge) ruhlu yalnız maddeci bedbaht insanlar mı bırakmak istiyoruz.?(,.)

10 Temmuz 1961  Millî Eğitim Bakanlığına bağlı Din İşleri Genel Müdürlüğü kuruldu.

6 Ekim 1985   Nakşibendi tarikatında Şeyh Mahmut Hoca, Fatih'teki Yavuz Sultan Selim Camisinde vaaz verirken "kadınlara TV seyretmemelerini, gazete okumamalarını" söyledi.

20 Ocak 1987    Mecliste irtica araştırması tahkiki ANAP'ın oyları ile reddedildi

28 Ocak 1987    Nakşibendi tarikatı lideri Hacı Hasan Dinç'in cenaze törenine 15 bin kişi katıldı,

.

28 Mart 1987   10 gündür süren "RABITA" tartışması sonucu açıklama yapan Cumhurbaşkanı Kenan Evren, dışarıdaki din görevlilerine Suudi Rabıtadan maaş verilmesi kararnamesini, döviz sıkıntısı nedeniyle bilerek imzaladığını söyledi.

21 Temmuz 1988  12. Millî Eğitim Şurası Genel Kurulu , üniversitelerde giyim sınırlamasının kaldırılmasına karar verdi.

3 Aralık 1988    YÖK Genel Kurulu, disiplin yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, "Dini inançlar nedeniyle saçların ve boynun kapatılmasını” serbest bıraktı.

10 Aralık 1988  Türbanın üniversitelerde serbest bırakılmasına ilişkin yasa TBMM’de kabul edildi

29 Mart 1993  DYP ile SHP’nin Anayasa değişiklik teklifinde milletvekili yemininde "Laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma" cümlesi çıkarıldı. (Oymak, 1993)

Ara Söz

Askeri darbeler ve sonrası;

Öncelikle, sendikalar kapatıldı

1402 sayılı yasal ile binlerce bilimci kadın erkek üniversitelerden uzaklaştırıldı

Çetin Emeç: 7 Mart 1990’da öldürüldü.
Abdi İpekçi:. 1 Şubat 1979’da İstanbul’da öldürüldü.
Onat Kutlar: Yazar. 31 Aralık 1994’de öldürüldü
Asım Bezirci: Eleştirmen. 2 Temmuz 1993’te Sivas Madımak Oteli’nde 37 kişiyle birlikte yakıldı.
Prof. Ümit Yaşar Doğanay: İÜ Siyasal Dekan Yardımcısı. 20 Kasım 1979’da öldürüldü.
Prof. Cavit Orhan Tütengil: İÜ Sosyoloji Enstitüsü Başkanı. 7 Aralık 1979’da öldürüldü.
Prof. Bedrettin Cömert: Hacettepe Sanat Tarihi öğretim üyesi. 11 Temmuz 1978’de öldürüldü.

-Prof. Bahriye Üçok: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesi, 6 Ekim 1990’da evine gönderilen bombalı paketle öldürüldü.

Ve

Dine yatırım her geçen gün arttı. Çünkü her başı sıkışan darbeci, sömürücü, aldatıcı, yalancı, karşı devrimci, cumhuriyetin ekonomik,siyasal, kültürel, bilimsel birikim ve kazanımlarını, leş kargaları gibi paylaşmak için karşılarında durabilecek, direnebilecek güçleri, önce zora dayalı, sonra dine dayalı olarak çürüttü, çökertti, işbirlikçilerini, satışlarını, el koyuşlarını, ab süreci, stratejik ortaklık, çağdaş liberal ekonominin gereği diyerek, başlattı, sürdürdü ve neredeyse tamamladılar.

Günümüzde bu sürecin hızı, kararlılığı ve gücü ise belirgin olarak yaşanmaktadır. Örneğin, Taraf gazetesi Putin’in giderayak, başta telekomünikasyon olmak üzere önemli strateji alanlarda özelleştirmeleri yasakladı. Haberini telekomünikasyonu çıkararak verdi, diğer gazeteler ise tam metni verdiler işte bu da çürümedir.

Bugün kapitalist sömürü, yıkım, yozlaştırma ekonomi politikasının bir başka biçimi olan küresel liberal yöntemin sağlı sollu, paralı uşak savunucuları her boydan, her soydan bu çürümeyi hızlandırma görevlerini, üniversitelerden, gazetelerden, araştırma şirketlerinden, ab fonlarından, tvlerden canla başla sürdürmektedirler. Bütün bunlar dine özgürlük, insana özgürlük için değildir. Çünkü tüm bu savunular, insanı çürüten istemlerdir. Çürümenin savunucuları, çürüme gibi çirkin bir kavram yerine, demokrasi, özgürlük, insan hakları gibi artık kapitalist-emperyalist dünyanın içini çürüterek dönüştürdüğü kavramlarla yapmaktadırlar.

Özcesi, para egemen, her şeyin alınıp satıldığı, pazara sürüldüğü, pazarlandığı bir tarihsel dönemde, dinin bundan muaf tutulması zaten olanaklı değildi. Güncel din, güncel dinciler, Pazar ekonomisinin özellikle üretime dayalı olmayan, bütün alanlarında rant, al-sat, getir-sat ile kazançlarına kazanç katmaktadırlar. Kapitalizmle bu amansız bütünleşme, onları, onlar da dini, dini değerleri çürütmektedirler. Sıradan inananlar ise, bu al sat sürecine bir biçimde katılarak, bu çürümeden paylarına düşeni  alarak ya da sadece çürüyerek [kavramayarak, anlamayarak, bilmeyerek, hissetmeyerek] süreçten etkilenmektedirler.

İşin en ilginç yanı, cumhuriyetin koruyucusu, kollayıcısı olduğunu savlayanlar, ortada cumhuriyete ait her şey satılırken, el konulurken, peşkeş çekilirken ve artık ortada git gide cumhuriyeti cumhuriyet yapan temel yapılar, değerler elden çıkarken, cumhuriyet çökerken ve çürürken, hiç ses çıkarmadılar. Hiç koruyup kollamadılar. Nedendir bilinmez bir tek türban denen olguya karşı tepki koydular. Nedendir bilinmez diyeceğim ama, Prof. Yalçın Küçük, şöyle dedi: “Ben dedim ki, bunlar gelecekler, dincileri gönderecekler, dinciden çok dincilik yapacaklar…”

Her dincilik yapan çürüdü ve çürüttü de,  daha çok dincilik yapanlar çürümez mi?!

KAYNAKÇA

Atatürk, M.K., (2000) Yurttaş için Medeni Bilgiler Bilgileri, (Haz.Özer Ozankaya)

Atatürk’ün Bütün  Eserleri, Kaynak Yayınları

Marks ve Engels (2000), Din Üzerine, (Çev.Kaya Güvenç) Sol Yayınları

Oymak, R., (1993) Eğitim ve Yaşam Dergisi, Din ve Eğitimde Din, Ankara