Masallar çocuklar uyusun, büyükler de uyansın diye anlatılır, yazılır.

Müjdat Gezen

Çocuklara terbiye vermenize gerek yok, zaten size benzeyecekler.

 Kendinizi terbiye edin…

İngiliz atasözü

 

Yazar öğretmen değil, kitap aracılığıyla çocuğa hiçbir şey öğretme zorunluluğu yoktur. Bunu çok değerli hocamın sayesinde anladım. Ne yazık ki bize bunu okulda söylemiyor ve ne yazık ki anne babamız bize masalları anlatırken bunu söylemiyorlar. Evet, orada kahramanlar var ve bir takım bir şey başarmış oluyorlar fakat sen de başarılı olabilirsin kendince. Oysa başarı, mutluluk, özgürlük gibi tanımlarının herkese göre bin türlü hal alabildiğini ima ederek bizim anlamamızı sağlayabilirler.

Çocuklar için masalların nasıl bir görev üstlendiğini Doç. Dr. Necdet Neydim’in söyleşisinden yararlanarak öğrendim. Masalların aslında küçükler için yazılmadığını çoktan aklımda sorguluyordum.  Düşündükçe şunun farkına vardım; yetişkinler kendileri yaşamak istediği dünyayı masal şeklinde çocuklara anlatırlar. Adaletli kral olduğu, güzeller güzeli prensesler ve prensle evlenenler, ihtiyacı olanlara yardım etmeler, korkusuzca kendi benliğini yaşatıyor olmaları. Aslında bu, siz çocuğunuzu kelimelerden yaptığınız kafese oturtmadığınız müddetçe, zaten yapacağı şeyler, zaten siz bunu yaparsanız o da aynısını yapar. Velilerimiz sürekli bize öyle dünyadan küçükken bahseder, haliyle sen büyüdüğün zaman doğru olmaya çalışırsın, tabi senin masalın (yaşadığın çevre) çerçevesinde doğru olan şeyleri. Doğru olanı düşünmeye, yapmaya,  hayal etmeye.   Yalnız gerçek dünya, büyüklerin elinde olan dünya hiç de öyle değilmiş. Küçük çocuk büyüyor, büyük çocuk oluyor. Ben hep şuna inanırım herkesin içinde her zaman yaşıyor o küçük yaramaz çocuk, fakat sorun derin bilinçaltımıza onu biz gömdük. Herkes tarafından bilinen gerçeklerden birisi de bir insanın yaşadığı birçok sorunun çocukluktan geliyor olmasıdır.

Masalların birçok çeşidi var. Halk bilimiyle ilgilenen olsun veya olmasın, herkes bilir ki olağanüstü masallar var, hayvanlar hakkında olanlar var, güldüren, bir de zincirleme olanlar var. Genellikle masalları alırken bu ölçütlere göre seçerler. Fakat kimse o masalların söylendiği, yazıldığı coğrafi yere nedense bakmıyor. O masalların ne amaçla ve kimin için yazıldığına da dikkat etmek istemiyor. Doç. Dr. Necdet Neydim’in söyleşisinden bir kısmı sizinle paylaşmak istiyorum “Masal çocuğa yazılmamıştır, özgün halini ele aldığımız zaman, feodal toplumu düşünürsek, feodal toplumda masallar, destanlar, hikâyeler veya daha da eskiye gidersek mitolojik metinler çocuğa anlatılmamıştır. Yetişkinlerin yaşamsal deneyimlerinin, kaygılarının, korkularının, umutlarının anlatıldığı metinlerdir onlar. Yani insanlar korkularını mitolojik olaylarla yansıtırlar, umutlarını destanların içine yerleştirirler. Sonuçta destan, büyük bir zaferi çağırır, onun beklentisini yaratır. Masallarda bunların yanında insanların gelenekleri, kültürleri masalların içerisine yedirilerek anlatılır, bu büyükler içindir”. Demek ki masalların altında bir özgün kültür yatıyor. Türk’ü Türk, Alman’ı Alman yapan onun bilincinin temelinde yatan şeydir. Doğaya karşı davranış olsun, insan ilişkileri olsun bunların hepsi önemli değil mi?

Bu yazıyı yazmadan önce tekrar bizim klasik varsaydığımız masalları gözden geçirdim ve korktum. Bunları çocukken nasıl okuduğumuzu, bize neden bunları okutturduklarını anlamadım. Sonra ise Türk masallarını okudum, orada da her masalda olduğu gibi öldürmek, ihanet etmek, hırsızlık yapmak gibi olaylar var, nedense onlar bana dehşet saçıcı gelmedi. Tabi okuduğumuz masalların hepsi kendince değişiklik gösterebilirler.  Gözlemimin ne kadar doğru olduğunu bilmiyorum ama batı tarafındaki masallarda kan bağı olan kardeşlerin güçlü kuvvetli olduğunu, Türk masallarında ise kardeşler arasındaki bağdan ziyade velilerin çocuklarına (bazen diğerlerinden çok sevdiği ) düşkünlüğü yansıtılır.  Belki de o yüzden bizde anne babalar çocuklarından zor ayırılıyorlar.

Masallarla ilgili okuduğum makalesinde “çocukların masalları okurken, dinlerken hayatta zorlukların olduğunu ve onlarla nasıl baş edildiğini” öğrettiğini söylüyor. Bunu okuduğum an aklıma Mark Twain’in sözü aklıma geldi. “O işin başarılmasının imkânsız olduğunu bilmedikleri için başardılar”. Siz konuşmaya bile bilmeyen bir çocuğa sen yürümeye bilmiyorsun deseniz bile o ister istemez yürüyecek çünkü bu zaten onun potansiyelinde var. Ona benzer süreçleri de parmaklarını çekmecelerde sıkıştırmaktan başla sizin ona öğrettiğiniz rakamlar ve kelimelere kadar kendi beyin içinde kendisi çözüyor o mekanizmaları. En büyük sorun ise çocuk konuşmaya başladıktan sonra başlıyor. “Hayır”, “olmaz”, ”yapma” diyerek çocuk daha bir şey yapmadan yaptığı eylemin soncuyla uyarıyorlar. Tabi söyledikleri doğru olabilir ama onların kişiliklerinden, onların geliştirdikleri becerileri sonucunda elde ettikleri bir sonuçtur. Her zaman olduğu gibi, anne ve babalar çocukları yetiştirirken kendilerine benzeterek (bazen bu onların iradesi dışında olsa da) büyüttükleri için yaşadıkları tecrübelerin sonucunda onların çocukları “annem babam doğru söylemiştiler” kanaatine varıyorlar.

Onların söylediklerin dışında bir şey yaptığı zamanda kendilerini kötü hissederler. Bu yaptıkları şey iyi veya kötü de olabilir. Fakat şöyle bir durum var: O çocuk bir eylemi sürekli yaptığı için hem fiziksel düzeyde hem de psikolojik düzeyde buna alışıyor. O yüzden hepimiz gibi en ufak alışkanlıklarda bile onları değiştirmek istediğimizde nasıl bir rahatsızlık tatminsizlik hissediyorsak, o çocukların büyüdükten sonra düşünme tarzlarını yani beyinlerinin tekrar programlamasını o kadar zordur.

Böylece masallar yaşı küçük olanlar için değil, hiçbir şey yapmak istemeyip masalın masalarda kalmasını isteyenler içindir.