Ahlaktan çıkan ses kışısel değıl, sınıfsaldır.

İnsanların durumlarına ilişkin aldatmacalardan kurtulmalarını istemek, aldatmacaları gerektiren bir durumdan kurtulmalarını istemek demektir (…)Tarihin hizmetinde olan düşüngünün ivedi görevi, insanların kendi kendilerine yabancılaşmalarının, öbür dünya ya da ahretle ilgili biçiminin maskesini düşürdükten sonra, kendi kendine yabancılaşmanın bu dünyaya ilişkin biçiminin maskesini düşürmektir. Böylece, öbür dünyanın eleştirisi bu dünyanın eleştirisine, dinin eleştirisi hakların eleştirisine ve teolojinin eleştrisi politikanın eleştirisine dönüşür” Conforth

Ahlak, insanların burunlarından sürüklemek için icad edilmiş bir araçtır.  Nietzhe

“Eğer büyük bir psikolojik güçlük olmaksızın bir ilkeye aykırı davranabiliyorsanız, o ilkeye gerçekten inanmıyorsunuz demektir” Mage

Beyinli canlıların hemen hepsının gereksemelerıne koşut, doğa ıçınde nasıl ya-şayacaklarına ılışkın bılınçlerı vardır. Onlar ıçın, yararlı, zararlı, tehlıkelı, araç olarak kul-lanılabılır nesnelerınde bılınçlerınde yerı vardır. İnsan, doğada bırlıkte yasadığı bu beyınlı canlılardan temel ayrımı, onun, bılınçı oldugunun da bılıncınde olmasıdır. İnsan salt dırımsel varlığının gereksemelerının sınırlılığında bır bılınç oluşturmaktan öte, kendı bedenı de ıçınde olmak üzere, dış dünyadakı her seyın bılıncıne ulaşabılmesını sağlayan rastlantısal evrımsel süreçe gırmıs ve dış düyanın tüm çesıtlılığını ılışkısel olarak kavrama, bılıncını buna göre-zorunlu-oluşturma yetısı kazanmıstır. Yaşamak, korunarak, ısınarak. soğuyarak, dönüşerek yaşamak ınsan doga arasmda, bırıncıde bılınçlı, ıkıncıde bılınçsız bır çatışkıyı başlatmıştır, bu çatışkıda ınsanı yengıye ulaştıran onun emegı olmuştur, emegı bılıncını. her ıkısı de ınsanın bırlığını, toplumsallaşmasını zorunlu kılmıştır. Doğanın evrensel evrım yasası denmıştır bu sürecın adına. Bu yasa ınsan toplumunda da zorunlu olarak ışlemış, evrım toplumsal sınıfları, toplumsal sınıflar arası çatışmayı, dönüşmeyı yaratmıştır. İnsan, emek-bılınç gücüyle, yeryüzünden evrene yönelmıştır. Evrene yönelış, onu ırdelemeye gırış, ınsanda süreklı bır bılınç sıçraması sağlamıştır. Anlaşılmaktadır kı, emek-bılınç ıkılısı, dış dünya denen, bılımde nesnel gerçeklık olarak adlandırılan, olgular bütününe yöneldıkçe onları kavramaya, bılıncını yoğunlaştırmaya başlamıştır.

Emegı kullanmak, ancak, bılıncı önlemek. sınıflı toplumlarda, erktekı sınıfların, tüm kurum ve kışılerı ıle temel ışlevlerı olmustur. Nesnel (toplumsal-dogasal) gerçeklıgın edı-nılmesını, emek yaratıcısında önlemek... ışte tarıh budur. Tarıhdekı, bılım, sanat, düsüngü (felsefe), bılgı, dın bu dolayımda akmıstır.

Gerçekte, gerçek bu denlı yalındır. Bu yalınlığa varmak, kolay olmasa da...

Yukarıda aktanlan bilgiler nedenıyledır kı ınsanlıkça tarıhın belırlı evrelerınde zorunlu, bılınçlı olarak doğasal/toplumsal/sınıfsal, bıreysel etkenlerle üretılen, olgu, kavram araç, gereç ve düşüncelerı sürgıt kullanmam onaylamak,yasatmak zorunda degılız.

İlkel dönemlerde, toplumsallasmaya başlayan ınsan yığınlarının, doğayla güreşlerınde ozellıkle yenıldıgı durumlarda, anlağına uygun kavramların, bır gereksemeye yanıt olduğu gerçektır. Ancak, salt sözlü kültürün ve dış dünya bılgısının yetersız olduğu bu dönemlere ılışkın bırçok şeyın, yazılı ya da günümüzün görsel külturünun başat oldugu dönemde gereksemlere yanıt vermıyor, üstelık gereksemelerı çarpıtıyor, gızlıyor ıse yadsınması  zorunludur.

Çagdas bılımcıler, bılımsel bır vargıyı toplumsal bılınce göndermek ıçın, onu, bağımsız yalıtık bır parçaymış gıbı tanımlarlar; amaçzları anlaşılabılır kuramı, anlanlabılır du-ruma getırmektır, yalınlaştırmaktır; bılımcı olmayan ınsanın bılıncıne göndermede an-şılırlık/kolaylık sağlamaktır, bılımdılı denen koddan konuşma dılı koduna çevırı yapmak da denebılır buna. Gerçekte, bılımcıler o olgunun yalıtık olmadığını, ıçsel ve dışsal dolayımlarla var oldugunu bılır, bılımsel arastırma süreçlerınde bu dolayımları gözadrı etmez, bır olguyu onun temel değışkenlerı ıle ele alır. Ancak, süreçtekı her dolayım, sonuçta aktarılmaz, yalınlık bır bılımsel sonucun aktırımında en onemlı öğedır. Örneğın, "canlılar doğar, yaşar, ölürler" türünden bır bılımsel vargı, hem kavranması, hem de kanıtlanması her ınsan ıçın kolay bır nesnel gerçeklıktır. Ancak, bu nesnel gerçegın tam olarak kendısı degıldır. Nesnel gerçeklık, canlılığın, oluşum, gelışım, değışım (ölüm) sürecını etkıleyen, belırleyen yüzlerce ıç/dış olgunun eytışımsel dolayımını kapsar.

Bılımcıler yalın sonul vargılarını açıklarken, bılımcı olmayan alıcılara, tüm süreçten söz etmezler.  Sorular dolayımlaştıkça, derın çok ılışkılı açıklamalar, bulgular, karmaşık ılışkılerı ıle açıklanır, açımlanır. Ancak, artık, alan bılgısı, artalan bılgısı donanmış olanların kolayca kavrayabıleceğı bır güçlüğe ulaşır. Buna bılımsel alanyazında, bılımsel derınlık, bılımsel gerçeklık ya da eytışımsel dolayım denır.

İste bu nedenledır kı, genıs ınsan yığınları  sınıflı toplumlarda yaşayageldıklerınden, çogun, bu dolayım ve derınlıklı bılımsel bılgılere kolayca ulaşamışlar/ulaşmaları önlenmıştır.  Basıt bılımsel özetlemeler, bulgular  ıse; erkte bulunan sınıf ve onun temsılcısı sıyasal kurum ve kışılerce ya yoksanmaya çalışılmış ya gızlenmış, yasaklanmış ya çarpıtılarak, sınıflı toplumdakı erklerını korumak amaçlı, çıkarları doğrultusunda yorumlanarak kullanmıştır. Bılımsel gerçek, ‘ılahı gerçek, yaygın gerçek’ vbg. Tersyüz edılerek, erkte olmayan, sömürülen sınıfların bıreylerı, çoğunlukla öz ıstençlerıne bağlı olmayan bır maddı yaşam sürmüş ve yıne öz ıstençlerıne bağlı olmayan düşünce bıçımlerı ve çarpık bılınç edınmışlerdır.

Bılgı kuramlan, bırçok bılgı türünden söz eder; duyumsal/sezgısel/gözlemsel bılgı, dınsel/mısrık/teolojık bılgı, düsünsel/mantıksal/ felsefı bılgı. bılımsel/nesnel/dış dünya bılgısı. Tarıh, bınlerce yıllıkk ınsanlık yaşayışının dınsel/mıstık/teolojık bılgı ve bır o kadar da duyumsal/gözlemsel/sezgısel bılgı egemenlığınde geçtığını söyler. İlk Yunanlılarda; bu tür bılgılerın bıreşımı ıle felsefı bılgı başat olmus,  ınsanlık   bu   kez   çalışmayan,   düşünnmeye, mantıksal süreçlerı ışletmeye  zamanları olanların,  bıraz gözlem, bıraz dın, bıraz da sözel karmasa ıle sınıflı toplumsal 'status quo'yu sürdürenlerce aldatılmıştır. Sınıflı toplumlarm eytışımsel (üretım-tüketım-paylaşım) dönüşümü, düşünsel, felsefı yönsemelerı de dönüştürmüştür. Örnegın, Platon, Arısto ve çağdaşları olan düşünürler, bütüncül  bır  evren, dünya düzeneğının açıklanmasını, yaşadıkları toplumsal düzeneğın devamı ıçın üretmış ve kullanmışlardır. Ortaçağ Hrıstıyan ve İslam dınlerının düşünürlerı, peygamberlerı, ımam/papazları ıse; aynı gerekçe ıle, yaşanan ve yaşayanlarca kavranan acı, zulüm ve karmaşayı; cennet, günah, ınanç, tanrı, kutsal kıtap ve bunlara dayalı korku üzerınden sürdürdüler; günümüzde dınler,  bılımle benzer güçte, ötesı ondan da güçlü olarak ınsanlığın düşün dünyasını, davranış bıçımını belırlemeye de devam edıyor. Evren, dünya. toplum, ınsan gerçegını nesnel dolayımları ıle bırlıkte tüm karanlıc geçmışı aydınlatarak  düşün dünyasına/göz önüne getıren bılımın bu etkısızlığı, bılımın gücünden, gerçege nesnel yaklaşımının yöntemınden değıl, sınıflı toplumların nıtelık değıştırmesıne karşın süregelmesınde her zaman gereklı görüp, yaşatmak ıstemelerındendır.

Her sınıflı toplumda, toplumsal dızgede erkte bulunanların, bır öncekı toplumsal/sınıfsal dönemde yaratılan ve bugünü sürdümeye yarayacak olan bılınç bulandırıcı her olguyu, kavramı yaşatmak, yaymak temel yöntemlerı olmuştur. Amaçları, gerçeklığın (doğasal, toplumsal, bıreysel) anlaşılmasının önlenmesı, önlenemıyorsa çarpıtılmasıdır. Bıreyın, kendıne, ıçınde yaşadığı topluma, toplumun ıçınde yaşadığı dünyaya,dünyanın ıçınde döndüğü evrene ılışkın nesnel bılgılerın edınılmesı, sonuçta bıreyın kendısıne v e topluma ılışkın nesnel bılgının edınılmesıne yönelır. Bu süreçte dış dünya kadar bıreyın, düşünme, ulsalmala,karar alma ve devınme gıbı süreçlerı de etkın olarak dönüşüme uğrar. Sınıflı toplumda, erktekıler ıçın, en ıstenmeyen olgu, bu tür  bıreylerın nıcel artışları ve nıtel dönüşümlerıdır. Öz olarak, toplumun kendını kavramasıdır.  Sözü edılen kavramada, bıreyın bılıncı en belırleyıcı etkendır, dolayısıyla en önemlı hedeftır. Bılıncın ışlevsız kılınması durumunda bu ubaşarmkak, başarılamadığında çarpıtmak, bu çarpıtmayı korku ıle beslemek egemen sınıf düşünürlerının, ruhbılımcılerının, eğıtımcılerının, sıyasal görevlı ve yapılarının tarıhsel olarak devralıp zengınleştırdıklerı, sürdürdüklerı bır yoldur.

Eğitimde töre  (ahlak, etık)

Bu yolda çok sayıda araç kullanılagelmıştır. En uzun sürelı kullanılan araç ıse Töre (ahlak, etık)’dır. Bılım öncesı toplumlarda töre felsefesı, bılım toplumlarında ıse törebılım olarak adlandırılmıştır. Günümüzde ıse her ıkı alanda bırer kavram olarak vardır. Ancak kımı bılımcıler/düşünürler, Töre’yı ya da Terebılımı, bılımdışı tutuyorlar ya da bılımı ahlakdışı. Bu yazımızda Töre’nın bılım ıle olan ılışkısını/ılışkısızlığını ırdelemeyeceğız.

Töre, kavram olarak düşüngüde (felsefe) ve eğıtımde, özellıkle eğıtımbılımın bır alt alanı olan gelışım ruhbılımı’nde oluşturulmuştur. Toplumsal ruhbılımde de bu kavrama değınılmesıne karşın, özgün bır kavramlaştırmadan çok, düşüngü (felsefe) ve eğıtımdekı açımlamaların bır bıreşımı sözkonusudur. Gerçekte, düşüngü ve eğıtımde bu kavram genellıkle toplumsal boyutuyla tartışılmıştır. Bır olgu durumuna gelen Töre, gıderek bıreysel töre, toplumsal töre, ıdealıst töre, materyalıst töre, kapıtalıst töre, sosyalıst töre, dınsel töre, İslamı töre, hrıstıyan töre’sı gıbı adlandırmalar ve sınıflamalarla yaygınlaşmıştır.

Ancak sayılan alanlar, töre kavramına dünyaya durduklan yerden bakışlarına, amaçlarına göre değısık ıçerıkler yüklemışlerdır.

Tore'nın kavram oıarak, düsungunün dogus yerı olan Eskı Yunan'da oluşturuldugu savlanır (Magee.1986).  Günümüze taşınmasını da yukarıda aktarılan etkenlerle açıklıyoruz.

Tore, ınsanın bır yetısı olan uslamlama yoluyla ancak nesnel gerçeklıkten tü-retılmeyen bır kavramdır. Doğada ve top­lumda ve bırey-ınsanda karşılığı yoktur. Bu nedenle bılımın konusu değıl düşüngünün konusu olmuştur. Düşüngünün, salt gözleme ve sezgıye dayalı bılgı üzerıne üretıldığı çağlarda böyle bır kavramm türetılmış olması da doğaldır. Dığer bır deyışle, Gerçek olup olmadığı belırsız olgudur. Belırlenme olanagı da yoktur. İdealıst düşüngünün kavramıdır.

Nasıl davranmak gerekır?

Tore (ahlak-etık), düsüngüde (felsefe) bu soruya verılen yanıttır. İnsan bıreyının. be-lırlı bır yerdekı bır durum karşısında, nasıl davranması, nasıl konusması, ne yapıp yapmaması türünden sorulara verılen karşılıklardır. Ancak, bu kavramı yasamda karsılıksız bırakan temel ozellık; hangı etkenlerden olusan belırlı bır yerın, hangı nedenlerle oluşan bır durumuna karsılık olaçagı hep belırsızdır. Somut bır yer ve somut bır durum vardır; ançak, o somut yere ve duruma nereden gelındıgı, neden gelındigı yoktur. Niçin öyle olmus kı, oyle davranayım? sorusuna yanıt bulunmaz. Bır yetke-ılahı, güçlü, buyurgan buyurur dıgerlerı uyar. Gerçekte süreklılıgı kolayca sağlanamayan buyruklardır; bu nedenle de torel deger ve adlandırmalar süreklı degısmıstir. Degişmistir, çünkü, onlar hep çiğnenmiştir. Töre kalmıs, törel davranımlar, içerikler hep değişmiştir. Adalet, incelik, günah, doğru, yanlıs, iyi, kötü, güzel, görev, sorumluluk..

İlkel toplumladn çağdas kapıtalıst toplumlara gelınceye degin, üreren ve çalışanlar; köleler, köylüler, işçıler törel kavramların ne oldukları, ne içerdikleri, ne anlattıklan ko-nusunda genellikle bir düsünceleri olmadan, yukanda sozünu ettiğim gibi, istençleri dışında uymaya zorlandıklan, inandırıldıkları değerler olmustur. Toplumsal yaşamm önüne geçilemeyen dönüşumü sonucu degerler çiğnenerek, yoksanarak yaşamdan atılmıs. ancak yerlerine yenı toplumsal düzenege uygun yenilerı getirilmiştir. Bilimden uzak tutulmuş kitlelerin doğrulama olanakları olmayan oğlular asaygı ve korkuyla yaklaştıkları toplum-ruhbilimsel gerçektir.  Töre’nin uygulanması, yaygınlaşması, etkili olmasının sağlanmasının altında özetle, sınfsal yararcılık yatmaktadır.

Burjuva törelcileri (ahlakçıları), “ahlak kullarından amaç, bireysel eylem ve davranışları herkes için en büyük yararı ya da yine herkes için mümkün olan en büyük doyumları sağlayacak şekilde düzenlemektir. (…) burada kazanç, doyum toplumlara değil, kişilere aittir ve birçok hallerde bireylerin ahlak öğretilerine uygun davranmakla elde edecekleri kazançlardan daha büyüktür (Conforth, 1990:81).

Törenın evrimi, töreyı 'faydacılık' üzerine oturtmuş, soruyu değiştirmiştir;

Bundan ne kazanırım?

Bu yeni bağlamda, olaylardan çıkarsanmayan, olaylara yönelen Törel değerler, kavramlar, gerçekeliğin zorunlu eytişimsel döüşümünü geciktirmek amacıyla, gerçekliği gizlemek, dolayısıyla düşünceyi, dili sınırlamak işlevini yerien getirirler. Törel değerler, bakmayı, görmeyi, bilmeyi, kavramayı değil; seçmeyi/yeğlemeyi gerektirir, olgulara toplumsal ya da doğasal ulaşmayı gerektirecek bakmak/görmek, kavramak süreçlerine de ket vurur. Dinsel ya da değil, töreler bütünü etkisindeki bireyde irdeleme, usavurma eylemleri korkmaktan öte, unutulan bir yeti olarak kalır. Törel değerler bütünü olguları silikleştirmiştir; değer yüklü bilinçlerde. Değer vardır; törel yasalar vardı, olgular ve onların dolayımları yoktur, varsa da gereksizdir ya da önemsizdir. Öreğnin, vatan kavramı aynı zamanda bir törel değer olarak bilinçlere aktarılırken, burjuvazinin amacı, sosyoekonomik düzeneğin krizlerinin riskli dönüşüme neden olmaması için, aldığı her türlü ulus-insan-emek karşıtı kararı, uygulamayı bu eksene oturtur. Törel değerlerle yüklü bir bilinç için artık belli bir süre için bile olsa hiçbir olgunun önemi kalmamıştır. Özgürlük, toprağın, ürününün, paranın malın alımı,  satımı, dolaşımı; kazanç için vardır; özel mülkiyet edinme ve onu korumak için vardır; milyonların töre, yasa çemberinde tutsaklığına karşın vardır. Barış, silahlanma  savaş, ölüm için vardır; yaşanması olası bir olgu olarak barış isteyenler için barış törel değildir. Her törel kavram, bu ikili içeriğiyle yaşar, gerçekte olmayanlar, karşıtı ile gizemli bir birlik oluşturur. Üretim merkezlerinde çalışmaktöresi, insan gereksemelerini üretmek için değil, salt kazanç için vardır. Törel değerlerle somut eylemlerin örtüşmemesi de köşeye kıstırılmış olmanın verdiği bilinç dışı davranıştan öte bir şey değildir. Törelerin de bir işe yaramaması, gerçeğin bilgisinin edinilmesini engelleyememesi, toplumsal dönüşünüm nicel öğelerinin artmasındandır. Törel değerleri değiştirmek ya da içerik olarak zenginleştirmek zorunluluğunu duymalarını dayatmaktadır. Amerikan sömürgenlerinin dinsel değerlerle, bağımsızlık gibi sosyoekonomik temelli dönüşümü önlemek istemeleri de ‘ılımlı islam’ değerlerini oluşturup tercih etmelerini gerektirmiş, ülkedeki işbirlikçileri de bu değerleri, yeniden tanımlayıp (değerleri değiştirip) işletmeye başlamışlardır. Bunlarda, burjuvazinin, sermayenin her boydan ve soydan olanının, sömürü ve soygun düzenlerini sürdürebilmek için, gerektiğinden en geri törel değerlere sarılabileceğini, burjuvaların tarihin gördüğü en gerici sınıf olduğunu da göstermektedir. Sömürünün sürmesi için, ortaçağa razıdırlar. ‘Bize oy veren cennete gider’ diyerek, oy alan ve bu nedenle oy kullanan toplumda, değerler bireyleri dumura uğratmış demektir. Yani ahlak, ahlaksızlık üretmektedir. Değerlerin baskısı korkusu altındaki işçi, yoksul köylü ve diğer emekçiler nesnel gerçekliğin, akışın ayırdına varamamakta ya da en azından şok edici bilinç sarsıntısına uğramaktadırlar. Daha önce edinilen bir değer, bir törel kavram birey bilincinde, gerçeklik önce sarsılır, sonra yeniden ama farklı biçimde görünmek üzere bilinç dışına itilir. Sermayenin siyasal temsilcileri, hükümetler, seçtikleri ve yaydıkları törel ilkelere gerçekte kendileri de inanmazlar. Bu ilkeleri çiğnemeleri de bunu açıkça göstermektedir. “Eğer büyük bir psikolojik güçlük olmaksızın o ilkeye aykırı davranabiliyorsanız, o ilkeye gerçekten inanmıyorsunuz demektir” (Mage, 1985:189). Törel değerlerin etkisiz kaldığı durumlarda, maddi ruhsal baskılar, korkutmalar, öldürmeler hep aynı gerçeğe yönelik çok yönlü saldırının ideooljik, yönetsel kollarıdır. Yani, burjuva ahlak düşüncesinin dikkate değer biçimde her hangi yeterli nesnel ahlak teorisi sağlayamadığıdır (Selam, 1995:109).

Toparlarsak, töre, düşünsel ruhsal alışkanlıklar yaratakark toplumsal/bireysel eytişimsel çatışma ve dönüşüme direnen bir yaşamı, istencinde olmadan sürdürmek, bilincinde olmadan bağımlı, korkak ve uyuşuk bir biçimde bireyden aileye, gruba ve tüm topluma yayarak, toplumsal bellek, düşlem, tasarım ve usarvurmaları körleştirmektir. Düşünce ile nesnel gerçeklik arasındaki karşılıklı devinimi önlemektir. Benzer bağlamda, sosyo ekonomik olgunun evrenselliğinden ötürü, sınıfların evrenselliği gerçeğinin, ulusal, bölgesel, dinsel, kültürel ayrımlardan ötürü de yerelliği gerçeğinin üzerine oturtulan töre kavramı ve törel değerler, yeryüzün hangi bölgesinde, kim tarafından, ne amaçla üretilmiş olursa olsun, sınıflı toplumlarda bir amaç için kullanılır: İnsanı kendisinin bilincinde olmaktan çıkarmak. Nietzche, “Ahlak, insanların burunlarından sürüklemek için icad edilmiş bir araçtır” dermekle, insanı hayvanlaştırmaya yönelik bir çaba olduğunu belirtiyor. İslam peygamberi ise, kendisine güel ahlak nedir diye sorulduğunda, “sana vermeyene vermen, sana gelmeyene  gitmen ve sana zulmedeni bağışlamandır” diye yanıtlar. İşin özü bu iki anlayışta yatmakmaktadır, var olanı, evrensel evrime karşın, sürdürmeye çalışmak ya da törel değerlerden koparak gerçeği aramak uğraşısında insanı bütün yetileri ile özgürlüğe kavuşturmak,ortak bir evrensel insan dünyası yaratmak; insanların “durumlarına ilişkin aldatmacalardan kurtulmalarını istemek, aldatmacaları gerektiren bir durumdan kurtulmalarını istemek demektir (…)Tarihin hizmetinde olan düşüngünün ivedi görevi, insanların kendi kendilerine yabancılaşmalarının, öbürdünya ya da ahretle ilgili biçiminin maskesini düşürdükten sonra, kendi kendine yabancılaşmanın bu dünyaya ilişkin biçiminin maskesini düşürmektir. Böylece, öbür dünyanın eleştirisi bu dünyanın eleştirisine, dinin eleştirisi hakların eleştirisine ve teolojinin eleştrisi politikanın eleştirisine dönüşür” (Conforth, 1990:31).

Sonuç olarak, kapitalizm, üretimin toplumsal, mülkiyetin ise bireysel olduğu; sermaye ile ücretli emeğin çelişkisi (sömürü), her alanda insanlarası rekatebt ile insani çelişkisi, toplum-birey ile ürünün çelişkisinden doğan yabancılaşmanın üzerine süregiden egemenlik ilişkilerinin ekonomi dışındaki yollarla (töre-din-yasa-şiddet-baskı/korku) sürdürülmesini sağlamaya çalışan, bilinç yitimi ve korkuyu sürekli üreten bir toplumsal ekonomik biçimdir.

Kapitalizmde töre, insan yavrusun dünyaya gelişinden çok kısa bir süre sonra (gelişim ruhbiliminde 3-4 yaşlar) tuvalet eğitim-töresi (kesinlikle dışkını altına ya da canın istedi diye başka bir yere yapmayacaksın!) ile başlayıp, kendinden büyüklere, dinsel-toplumsal-eğitimsel inançlara boğun eğme ile süren; sürekli çalışma, sürekli verim, sürekli tüketim ve he puyum değerleri üzerine kurulan;iyi/kötü çocuk, işsizlik,açlık, yasa; yani, anne-bsaba, öğretmen-okul, fabrika-patron, polis-asker-cezaevi-darağacı hep korku üretir, korku hep törel değerlerle sarmalanır.

İnsan insan değil, korkan-korkulan bir UYRUK’tur, Töre ise, KORKU’dur.

Tüm bunların nedeni ise kapitalizmin tüm dolayımlarında nesnel karşıtını da nicel oarak arttırmayı aralıksız sürdürmesi, bu nesnellikten beslenen öznel karşıtlarının bilinçli örgütlü ve eylemli çabaları ile sonunun gelmesini önlemek istemesidir. “Bir egemenlik sistemi, egemenlik ne kadar sürtüşmesiz ve fark ettirmeden uygulanırsa, o kadar iyi işler. Öyleyse, dıştan gelen ve acımasız zorun yerine daha kolay ve daha demokratik egemenlik araçlarının kullanılması, her egemenlik sistemi için çekici olmak durumundadır. Bu ilgiyi, psikolojik mekanizmalar karşılamaktadır. Başlangıçtaki reel korku (işsizlik, baskı.ro) bu mekanizma sayesinde irrasyonel nevrotik korkuya dönüşmektedir. Bu dönüşüm ne kadar çok olursa (uyruk insan. Ro) sistem o kadar kolaylıkla açık zordan vaçgeçebilir (Duhm, 1996:53).

Bu nedenle de,

İnsanlığın kurtuluşu için töreye gereksinimi yoktur, gereksindiği gerçeğin tüm boyutları ile bilincine varması yolunda en önemli aracı olan bilimdir, ortak evrensel dünyada ise töre insanın kendisi olacaktır, birbirlerini, efendiler uğruna öldüren büyük savaşların adsız kahramanları olmaktan kurtulacak, barış kavramını bir törel kavram olmaktan çıkaracak, insanın kendisi barış olacaktır. Dinin ve soyut felsefi ülkülerin gizli korkularından kurtularak, üretiminde tüketimde paylaşımda bilim ve teknolojiyi, amaç olan insan doğa eytişimi içinde düzenleyerek, dünyayı insanlaştıracaktır. Evrene yönelim bu  gelişim çizgisi içinde savaş dışı bir karaktere bürünecektir.

Sınıfsız ve sınırsız bir dünyayı kuracak olan insanda, töre olmayacaktır.

KAYNAKÇA

Bayer, Albert (1993), Bilim Ahlakı, Yorum Yayınları, İstanbul

Bryan, Magee (1985), Yeni Düşün Adamları, Birey ve Toplum Yayınları, Ankara

Confort, Maurice (1990), Komünizm ve İnsanlık Değerleri, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Ankara

Duhm, Dieter (1996), Kapitalizmde Korku, Ayraç Yayınları, Ankara

Hançerlioğlu, Orhan (1996), Felfese Ansiklopedisi, Cilt 6, Remzi Kitapevi, İstanbul

Selsam, Howard (1995), Etik, Yaba Yayınları

Thomson, George (1987), İnsanın Özü, Payel Yayınları, İstanbul

Ülken, H. Ziya (1992), Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Ülken Yayınları, İstanbul