Evlilik ve aile üzerine yapılan çalışmalar sosyal bilimlerde önemli bir yer tutmaktadır. Evlilik ve aile literatürü incelendiğinde her iki kavram açısından da evrensel bir tanımın olmadığı görülmektedir. Demografi sözlüğünde, karşı cinsten iki birey tarafından oluşturulmuş, resmi, dini veya ülkesel farklılıklara göre geleneksel olarak başka türlerde gerçekleştirilen meşru bir birliktelik olarak tanımlanırken, Birleşmiş Milletler tarafından verilen evlilik tanımı kadın ve erkeğin yasal birleşmesi olarak ifade bulmuştur. Bu tanımdaki yasal birleşme kavramının ülkeden ülkeye ve yasalara göre farklılık gösterebildiği vurgulanmıştır (Akt:Tezcan, Coşkun, 2004).

Çakmak’a göre bugün, Türkiye’deki en önemli toplumsal sorunlardan bir tanesi çocuk evlilikleridir. Az gelişmiş ülkelerdeki yoksul aileler, hanelerinin yoksulluğunu azaltmak için; arkadaşlarıyla oyun oynayacak yaşlardaki kız çocuklarını, babası hatta dedesi yaştaki adamlarla evlendirmektedirler. Pek çok kez, bu çocuklar, yaşlı adamların ikinci eşi veya üçüncü eşi olmaktadırlar. On’lu yaşlardaki bu kız çocukları, doğum yapmakta, ev işleri yapmakta ve hatta koca baskılarına maruz kalmaktadırlar. Bu çocuklardan bazıları, tüm bunlara dayanamayarak intihar etmektedirler (Çakmak, 2009).

Aydemir’e göre ülke gündemlerinde çok fazla yer verilmiyor olsa da, sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok yerinde, özellikle de gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerde, karşılaşılan bir olgudur “çocuk gelinler”. Bazen, babası, hatta dedesi yaşındaki adamlarla “başlık parası” karşılığında zorla evlendirilen, bazen evlendirildikleri kişilerin ikinci, üçüncü eşi olan, bazen koca koca adamların baskılarına, şiddetine maruz kalan, daha on’lu yaşlarında doğum yapan o gelinler (Aydemir, 2010).

ARAŞTIRMANIN ÖNEMİ

Tezcan’a göre tanım ne olursa olsun birbirinden farklı ritüeller, gelenekler; yapılanmalar ve özellikler göstermesine rağmen evlilik kurumu evrenseldir. Bireylerin sosyal yaşantısının bir parçası olan evlilik hemen tüm toplumlarda doğurganlıkla birlikte değerlendirilmektedir. Doğurganlık davranışı için evlenme bir önkoşul olmamakla birlikte dünyanın hemen tüm ülkelerinde doğumların neredeyse tamamı evlilik kurumu içerisinde gerçekleştirilmektedir Türkiye’deki evlilikler üzerine yapılan çalışmalar, uluslararası literatürle benzerlik göstererek, yapılan çalışmalarda asıl ilgi evliliğin oluşumu ve evlilik süreci üzerinedir. Öte yandan, evlilik ile oluşturulan ailenin yapısı birçok diğer soysal bilimde olduğu gibi nüfusbilim açısından da önemle üzerinde durulan konulardan biri olarak görülmektedir (Tezcan, Özcan, 2004).

Maddi ya da manevi çeşitli sebeplerle, daha çocukluklarını yaşayamadan genellikle de kendilerinden yaşça çok büyük olan erkeklerle evlendirilen bu çocuklar, hem büyük bir toplumsal sorun olarak karşımıza çıkmakta, hem de diğer birçok sorunun ortaya çıkmasına sebep olan dinamikleri hazırlamaktadır (Aydemir, 2010)

Çakmak’a göre çocuk gelinlere, gelişmekte olan ülke iddiasında olan ülkemizde yüksek oranda rastlanmaktadır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve ülkemizin pek çok bölgesinde, on’lu yaşlardaki kızlarımız, bin veya iki bin dolar karşılığında, 40’lı, 50’li ve 60’lı yaşlardaki erkeklerle evlendirilmektedirler. Türkiye, cumhuriyet rejimi ile birlikte, İslam hukukunun kabul ettiği çocuk evlenmelerini yasaklamıştır. Dolayısıyla, Atatürk devrimleri tecrübesini yaşamış olan Türk toplumu için, çocuk gelinlere rastlamak kabul edilmez bir durum arz etmektedir. Bu itibarla, Türkiye’de çocuk gelinler konusunu incelenmeye değer görülmektedir (Çakmak, 2009).

Çoban’a göre birkaç gün önce okul bahçesinde arkadaşları ile ip atlayan kız çocuğu, “çocuk gelin” olduktan sonra daha kadınlığın ya da cinselliğin ne olduğunu bilmeden, çoğunlukla da kendisinden yaşça oldukça büyük bir erkekle, sadece ailesi razı geldiği için, zorla kadın rolüne sokulur. Arkadaşlarından, öğretmenlerinden, yaşamdan kopmak zorunda kalır. Gencecik yaşta kaderine boyun eğen çocuk, onu bekleyen zorlu ve çıkmaz yolda tek başına, hiçbir hak iddia edemeden yürümek zorunda kalır (Çoban, 2011)

 

ÇOCUK GELİN KAVRAMI

Çakmak’a göre Türk Medeni Kanunu çerçevesinde, Kanun’un öngördüğü evlenme yaşından daha küçük yaşta evlenen kıza çocuk gelin demek mümkündür. Kanun’un 124. Maddesi’nde, “Erkek ve kadın on yedi yaşını doldurmadıkça evlenemez. Ancak, hakim olağanüstü durumlarda ve pek önemli sebeple on altı yaşını doldurmuş olan erkek veya kadının evlenmesine izin verebilir. Olanak bulundukça karardan önce ana ve baba veya vasi dinlenir.” denilmektedir. Şu halde, Türk Medeni Kanunu, on yedi yaşını doldurmadan evlenen kızı çocuk gelin saymaktadır. Bununla birlikte, Kanun’da, genel hükme göre çocuk gelin sayılabilecek olan, on yedi yaşını doldurmamış bir genç kızın, olağanüstü durumlarda, hakim kararıyla evlenebileceği kabul edilmektedir (Çakmak, 2009).

Uluslararası belgelere göre, on sekiz yaşının altında yapılan her evliliğe “çocuk evliliği” ve evlenen kıza “çocuk gelin” denilmektedir. Burada çocuk evliliği derken, evlilik sözü ile kastedilen hukuki anlamda değil, sosyolojik anlamda evliliktir. Örneğin Türkiye’de bu tür evlilikler, genellikle, dini nikaha (imam nikahı) dayanan evliliklerdir (Çakmak, 2009)

KANUNLARA GÖRE ÇOCUK GELİN KAVRAMI

Aydemir’e göre bireyin ruhsal ve fiziksel gelişimini tamamlamadan yaptığı evlilikler erken evlilik olarak tanımlanmaktadır. (Gerçi bu tanımla niteliği hafiflemekte, aslen belki de onun yerine “zorla evlilik” terimi kullanılmalıdır). Çocuk Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası belgelere göre, on sekiz yaşının altında yapılan her evliliğe “çocuk evliliği”, evlenen kız çocuklarına da “çocuk gelin” denilmektedir. Türkiye’de, Medeni Kanun’da evlenme yaşı on yedi olarak belirtilse de, bahsedilen erken evlilikler zaten hukuki anlamda gerçekleşmemekte, gelenekler ve dini ritüellerle sosyolojik anlamda gerçekleşmektedir. Bununla birlikte Türk Ceza Kanunu’na bakıldığında ise madde ve fıkralar arasında örtük bir sorun baş göstermektedir. Şöyle ki, Kanuna göre on beş yaşını doldurmuş bir kız çocuğu, sosyolojik manada evlenmesi durumunda, “şikâyet üzerine” onunla evlenen kişi, altı aydan iki seneye kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Dolayısıyla bu maddeyle örtülü olarak, evlilik yaşı on sekiz yaşının altında tutulmaktadır. Diğer taraftan Çocuk Koruma Kanunu’nun çocuğu “on sekiz yaşının altındaki birey” olarak nitelemesiyle de kanunlar arasındaki bu çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Türk Medeni Kanunu, Türk Ceza Kanunu ve Çocuk Koruma Kanunu’ndaki bireylerin çocuk gelin sayılma yaşlarındaki uyumsuzluklar, konuya ilişkin mücadelelere daha başında ket vurmakta ve sonuçsuz kalmasına sebep olmaktadır (Aydemir, 2010).

Aydemir’e göre dünyanın birçok bölgesinde hala uygulanan erken evlilikler, direk olarak evlendirilen çocukların hayatlarını etkilemekle birlikte, yine doğrudan topluma da bir sorun olarak geri dönmektedir. Evlendirilen çok sayıda kız çocuğunun, erken yaşlarda evlendirilmeleri sonucunda öncelikle sağlık ve eğitim olmak üzere, yaşamsal birçok hakları ellerinden alınmaktadır. Bu kız çocukları evlendirilecekleri için bir taraftan eğitimleri yarım bırakılmakta, diğer taraftan da daha kendi fiziksel, biyolojik ve psikolojik gelişimlerini tamamlayamadan, modern tıbbi yöntemlerden uzak bir biçimde çok sayıda çocuk sahibi olmaktadırlar -ki bir kısmı da doğumlar sırasında hayatlarını kaybetmektedir. Eğitimlerini, arkadaşlarını yani çocukluklarını geride bırakan bu çocuklara dair sorunlar öncelikle kendilerinde başlar. Üstlendikleri sorumluklarla birlikte psikolojik birçok sorunun yanı sıra, fizyolojik problemlerle de baş etmek zorunda kalırlar. Yaşadıkları bu zorluğa dayanabilenlerin yanında, çok sayıda dayanamayan da olmaktadır (Aydemir, 2010).

Özcebe’ye göre  erken yaşta yapılan evlilikler kadınların toplumdaki eşitsiz konumunu kuvvetlendirmekte ve hayat tercihlerini kısıtlamaktadır. Kız çocukları sağlık, eğitim, çalışma olanaklarından yararlanamamakta, eğitimsizliğe, yoksulluğa ve bağımlılığa hapsolmaktadırlar. Evlenmeden önce babanın kontrolünde olan kız çocuğun kontrolü evlilik ile birlikte kocasına geçmektedir. Erken yaşta evlilik yapan kız çocuğunun erken yaşta çocuğu dünyaya gelmekte ve erken doğan çocukların geçimini sağlayamayan ekonomik düzeyi düşük olan aileler kız çocuklarını evlendirerek kısır döngünün parçası haline gelmektedirler (Özcebe, 2010).

Aydemir’e göre erken evlendirilen kız çocukları ile birlikte ortaya çıkan sorunlar, zamanla sadece onları ilgilendirmekle kalmamakta, topluma da vurulan ağır darbeler olarak su yüzüne çıkmaktadır. Eğitimleri yarıda kesilmiş, cahil bırakılmış bu çocukların, geleceğe çok bilinçli, iyi eğitim görmüş evlatlar yetiştirmeleri beklenemez. Dolayısıyla bu sebeple nesillerce sürecek eğitim sorununun baş göstermesine ve benzer gelenek ve göreneklerin süregelmesine sebep olunmaktadır. Eğitimlerinden koparılan ve küçük yaşlarda evlendirilerek evlere hapsedilen kız çocuklarının aynı zamanda toplumsal hayata entegre olmalarının yolu da kapanmaktadır. Zaten kadınların iş hayatında yer almasını tasvip etmeyen bu zihniyet, böylece çok sayıda kadın iş gücünün önünü kesmekte, onları küçük yaşlardan itibaren sosyal hayattan tecrit etmektedirler. Bunun yanında, yaşadığı bu travmaları atlatamayan kız çocukları, pek çok intihar vakasıyla da birlikte anılmaktadır (Aydemir, 2010).

ÜLKEMİZDEKİ EVLİLİK ORANLARI

Arıkan’a göre medeni Kanun, Türk toplumunda çok kadınla evlenmeyi kaldırdığı; boşanmayı yalnız erkeğin isteğine bırakmayıp kadına da bu konuda hak tanıdığı halde, köylerde çok eşli evlenme yahut “kuma" alma durumu az da olsa sürüp gitmektedir. Nitekim yalnız imam nikahı ile evlenenlerin oranı köylerde yüzde 21.3'tür. Bu oran Doğu Anadolu'da yüzde 36.6'ya kadar çıkmaktadır. Evlenme yaşı olarak kızların 18 yaşını bitirmiş olmaları öngörüldüğü halde köylerde hala 12-13 yaşında kız çocuklar evlendirilmekte ve ülkemizde evlenen kadınların yüzde 14'e yakını 10- 14 yaş arasındaki kızlardan oluşmaktadır. Evlenme yaşının küçük tutulması genelde ekonomik durumla bağlantılıdır. Çünkü özellikle tarım kesiminde kadının başta gelen görevlerinden biri, tez zamanda tarlada çalışabilecek çok sayıda çocuk doğurmaktır. Ayrıca "beşik nişanı" ve çok yakın akraba ile evlenmeler (aile mülkünün dağılmaması nedeniyle) yaygın bulunmaktadır. Ülkemizdeki evliliklerin yüzde 29.2'si akrabalar arasındadır (Arıkan, 1988)

Ülkemizde erken yaşta evlilikler uzun yıllardan beri var olan bir olgu olmasına rağmen toplumun çoğunluğu tarafından bir “sorun” olarak değerlendirilmemektedir. Evliliğin en önemli meşruluk kaynaklarından birisinin toplumsal mutabakat olduğu ve bu evliliklerin de daha çok bu mutabakat çerçevesinde gerçekleştiği görülmektedir. Ataerkil ve geleneksel toplum yapısı erken yaşta evlilikleri normalleştirmiş ve meşrulaştırmıştır (Aydemir, 2010).Çocuk evlilikleri yasalarda yasaklanmış olsa bile, doğum kayıtlarının yetersizliği ailelere bir çıkış yolu sağlamakta, ergenlik çağındaki kızlarını herhangi bir yaptırım olmaksızın evlendirmelerine imkan tanımaktadır. Dahası, birçok kırsal toplulukta imam nikahı yeterli sayılmakta, bu yüzden birçok evlilik resmi makamlar açısından kayıt dışı ve görünmez duruma gelmektedir (Unicef Türkiye, 2006).

Çakmak’a göre bilindiği üzere, sosyologlara göre, 14-19 yaş grubunu kapsayan gelişme çağındaki nüfus, toplumsal olarak olgunlaşmamış bireyler olarak tanımlanmaktadır. Bu yaş aralığındaki bireylerin, gerekli toplumsal rollere uyum sağlayamadıkları ve toplumsal gelişimlerini tamamlayamadıkları kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu yaş aralığında evlenen kızlarda, evlilik sonrasında, arkadaşlarından kopma, özgüven eksikliği, toplumsal faaliyetlere katılımdan uzaklaşma gibi sonuçlar gözlemlenebilmektedir (Akt. Çakmak, 2009). Hekimlere göre, ilk adetin 14 yaşında görülmesi halinde, 14-21 yaş aralığı, genital sistemin olgunlaşma süreci sayılmaktadır. Bu yaş aralığındaki kızların cinsel gelişimlerini tamamlayamadıkları kabul edilmektedir. Dolayısıyla bu yaş aralığında evlenen kızlarda, evlilik sonrasında, gebe kalamama, prematüre gebelik, rahim kanseri gibi hastalıklar görülebilmektedir. Cinsel ilişkiye girmeye biyolojik olarak hazır olmayan kızların, çocuk evliliği yaparak, kendilerini cinsel eylem içinde bulmaları, genital bir dizi hastalığa davet çıkarmanın yanı sıra, kalıcı psikolojik hastalıkların oluşmasına da neden olmaktadır (Akt. Çakmak, 2009). Şu halde, kızların hangi gerekçeyle olursa olsun, on sekiz yaşını doldurmadan evlendirilmeleri sosyolojik olarak ve tıbben doğru değildir. Nitekim uluslararası belgeler, kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmelerini, kız çocuklarına yönelik şiddet olarak kabul etmektedir (Çakmak, 2009).

Çakmak’a göre çocuk gelinlerin hangi gelir grubuna giren ailelerde görüldüğüne ilişkin, çoğunlukla üniversiteler tarafından yapılan ulusal ölçekteki araştırmalar, çocuk gelin görülme sıklığı ile ailenin yoksulluğu arasında doğru orantı olduğunu; küresel ölçekte, çoğunlukla Dünya Bankası ve Birleşmiş Milletler örgütleri tarafından yapılan araştırmalar da, kız çocuklarında görülen erken yaş evlilikler ile ülkenin gelişmişlik düzeyi arasında doğrudan bir ilişki olduğunu göstermektedir. Türkiye’de son yıllarda demografik, toplumsal, iktisadi özelliklerin belirlenmesi amacına yönelik olarak yapılan araştırmalarda, özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde ve ülkenin pek çok bölgesinde, sosyo-ekonomik düzeyi düşük ailelerin, on’lu yaşlardaki kız çocuklarını, bin veya iki bin dolar karşılığında, 40’lı, 50’li ve 60’lı yaşlardaki erkeklerle evlendirmeye zorladıkları bulgusu ortaya çıkmaktadır. Araştırmalar, bugün, Türkiye’de, her üç evli kadından birinin çocuk evliliği yaptığını göstermektedir. Hacettepe Üniversitesi Nüfus Etütleri Enstitüsü tarafından yapılan Nüfus ve Sağlık Araştırmaları’na göre, Türkiye’de kızlarda evlenme yaşı 12’ye kadar düşmektedir (Çakmak, 2009).

TÜRKİYE’DE VE DÜNYA’DA ÇOCUK GELİN ORANLARI

Birleşmiş Milletler İktisadi ve Toplumsal İşler Birimi tarafından 2000 yılında yapılan Evlilik Modellemeleri Araştırması’nda ülkelerin gelişmişlik düzeyleri ile çocuk gelinlere rastlanma oranları arasındaki doğrudan bağ ortaya konulmuştur. Örneğin, 15-19 yaş aralığındaki kızlarda evlenme oranı Kanada’da %0.6, İngiltere’de %1.7, Almanya’da % 1.2, ABD’de %3.9 şeklinde seyrederken, çocuk gelinlere en yüksek oranda rastlanan Batı-Doğu-Orta Afrika ülkelerinde ve Güney Asya’da ise oranlar çok yüksek düzeylere ulaşmaktadır. Bu oranlar Nijer’de %61.9, Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde %74.2, Afganistan’da %53.7, Bangladeş’te %51.3’ tür. Aynı araştırmada Türkiye’ye dair oran %15.5 olarak verilse de, bu oranın gerçeği yansıtmadığını belirtmek gerekir. Çünkü yapılan araştırmada Türkiye’ye dair veriler, Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü’nden alınan bilgilerle belirlenmiştir. Fakat Nüfus ve Vatandaşlık Genel Müdürlüğü’nde sadece hakim kararıyla yapılan evliliklerin kaydı bulunmakta, sosyolojik anlamda yapılan evliliklere dair veriler yer almamaktadır. Dolayısıyla elde edilen veriler gerçeği yansıtmaktan çok uzaktırlar  (Aydemir, 2010)

Dünya Bankası tarafından belirli aralıklarla düzenli olarak yapılan Gelir Dağılımı Araştırmaları’na göre, az gelişmiş ülkelerde, çok sayıda kız, erken yaşlarda evlendirilmek suretiyle; öğrenim ve sağlıklı yaşama hakkından alıkonulmaktadır. Bu ise, kadının toplumdaki statüsünün düşmesine ve daha yoğun cinsiyet ayrımcılığına maruz kalmasına neden olmaktadır. Çocuk evlilikleri, genellikle yasal olmayan evlilikler şeklinde gerçekleştiğinden, çocuk gelinler, medeni nikahla kazanacakları haklardan mahrum olmaktadırlar. Evlenmek suretiyle öğrenimini tamamlayamayan, dolayısıyla öğrenim hakkından mahrum edilmiş olan çocuk gelinler, üretime katılma yani çalışma haklarından da yoksun bırakılmaktadırlar (Çakmak, 2009).

ERKEN YAŞTA EVLİLİKLERİN SEBEPLERİ
1) Sosyo-Ekonomik Gerekçeler:
Çocukların erken yaşta evlendirilmelerinin çeşitli sebepleri olmakla birlikte bunlar arasında en öne çıkanları sosyo ekonomik gerekçelerdir.
Özellikle kız çocukları bazı ailelerde ekonomik bir yük olarak görülmektedir. Kimi zaman sofradan bir tabağın eksilmesi fikri dahi aileler için küçük yaşta evlilikleri teşvik edici bir unsurdur. Ayrıca kızlar evlendirilirken başlık parası adı altında kendilerine biçilen değer karşılığında ailelerine kazanç sağlamaktadırlar. Hem üzerlerindeki ekonomik yükü hafifletmek hem de başlık parası yoluyla aileye gelir getirmek için aileler kızlarını çocuk yaşta evlendirmektedirler (Aydemir, 2009).

Ailenin içinde bulunduğu geçim sıkıntısı ve nüfuz fazlalılığı ekonomik durumu iyi olan ailelere kız vermede rekabet yaşanmasına yol açmakta ve kimi zaman kızlar da daha rahat bir hayat ve zengin eş hayaliyle bu evliliklere gönüllü görünmektedirler. Baba evinde çektiği maddi sıkıntılardan ve çocuk yaşta katlanmak zorunda bırakıldığı iş yükünden kurtulacağını hayal eden kızlar evliliği bir çıkış yolu olarak görmektedirler(Aydemir, 2009).

Türk toplumunda,“iyi bir evlilik yapma” kızın toplumsal yaşamdaki statüsünde belirgin değişiklik yaratmaktadır. Bu, evlenen kız ile erkek arasındaki yaş farkının önemsenmemesi sonucunu beraberinde getirmektedir. Özellikle kırsal yerleşim yerlerinde, kızlar, evliliklerine kendileri karar verememektedirler (Akt.Çakmak, 2009). Çakmak’a göre ailesi tarafından evliliğine karar verilen bir kızın, evlilik için onayının alınması, kıza bir lütuf olarak sunulmaktadır. Kızların evlendirilmek üzere okuldan alınması, geleneksel anlayışta olağan karşılanmaktadır. Geleneksel ailede, kızın kendini korumayacak yaşta ve cahil olarak evlendirilmesi durumunda, evlilik sonrasında eşi tarafından şiddete maruz kalabileceği ihtimali düşünülmemekte, kız çocuğu, ailesi tarafından kocaya bağımlı bir hayata hapsedilmektedir. Üstelik aile, toplumsal, tıbbi ve hukuki olarak kabul edilmez durumu normal saymaktadır (Çakmak, 2009)

2) Gelenekler, Görenekler ve Dini İnançların Yanlış Algısı:
Gelenekler, görenekler ve dini inançların yanlış algılanması erken yaşta evlenmeyi hızlandırabilmektedir. Geleneksel aile, kız çocuğunu, aileye belirli bir zaman için emanet edilmiş bir varlık olarak görmekte ve kızın asıl yuvasının evlendiği eşinin yuvası olduğunu düşünmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yaratmış olduğu ayrımcılık sonucunda özellikle kız çocuklarının gözü açılmadan evlendirilmesinin gerektiği düşünülmektedir.

Küçük yaşta yapılan evlilikle kocaya itaatin ve yeni yuvaya uyumun daha kolay sağlanacağına inanılmaktadır. Erkek aileleri de kendilerine uyumu daha kolay olsun diye mümkün olduğunca küçük yaşta gelin almak istemektedirler (Aydemir, 2009).

Kız çocuklarının bir an önce bir erkeğin himayesine sokulmasıyla, gelebilecek cinsel taciz ve şiddetten korunabileceği sanılmaktadır. Ayrıca, bu evliliklerin genç kızların karşı cinsle evlilik dışı ilişkiye girmelerine ve hamile kalmalarına engel olacağı kanaati yaygın bir düşünce olarak görülmektedir (Aydemir, 2009).

3) Eğitimsizlik:
Eğitim seviyesi düşük ailelerin çocuklarının da çoğu durumda eğitim seviyelerinin düşük oldukları ve düşük sosyo-kültürel yapıdaki ailelerin çocuklarında erken yaşta evliliklerin daha sık yaşandığı gözlenmektedir (Aydemir, 2009).
Genel eğilim erkek çocuklarının belirli bir düzeyde eğitim görüp, askerlik yaptıktan ve bir iş sahibi olduktan sonra evlenmeleri yönündedir. Bu durum erkeklerin nispeten ileriki yaşlarda evlenmelerine sebep olmaktadır (Aydemir, 2009).

Bunun yanında kız çocukları eğitimlerini erken yaşta bırakmaya zorlanmaktadır. Kızların eğitimlerini tamamlamaları gerekli görülmemektedir; zira ailenin kısıtlı ekonomik kaynakları erkek çocukların eğitimi için harcanmaktadır. Ayrıca ergenlik dönemine girmeleriyle birlikte fiziksel anlamda dikkat çekmeye başlayan kız çocuklarının eğitimleri aileleri tarafından nişanlama veya evlendirme gerekçesiyle yarıda kesilmektedir (Aydemir, 2009).

4) Aile İçi Şiddet:
Aile içi şiddet, geçimsizlik, baskı, çocuk sevgisinin yokluğu, küçük yaşlarda anne veya babadan birinin kaybedilmesi ve üvey anne veya babaya sahip olunması çocuklarda evlenme sonucunda bu durumdan kurtulacağı inancını geliştirmekte ve erken yaşta evliliklere yol açmaktadır (Aydemir, 2009).

5) Diğer Sebepler
Bunların dışında tacize veya tecavüze uğrayan kız çocuklarının tecavüzcüsüyle ya da başka birisiyle hemen evlendirilmesi, kaçma veya kaçırılma gibi durumlar da erken yaşta evliliklere sebep olmaktadır.
Ayrıca zorunlu göç sebebiyle insanların yaşadığı ekonomik ve kültürel kaos erken yaşta evlilikleri artıran faktörler arasındadır. (Aydemir, 2009).

KÜÇÜK YAŞTA EVLİLİK NE GİBİ SORUNLARA YOL AÇIYOR?

Küçük yaşta evlilik pek çok soruna yol açıyor.
a-Ekonomik Nedenlerle Küçük Yaşta Evlenmişse;
*Adeta bir mal gibi satılıyor
*Aile içinde hiçbir zaman söz hakkı olmuyor
*Yalnızca verilen görevleri yapıyor
*Cinselliğini hiçbir zaman yaşayamıyor
*Çoğu kez evliliğinin ilk senesinde ilk, sonraki yıllarda diğer çocuklar oluyor, erken yıpranıyor, yaşlanıyor, hastalanıyor

b-Psikolojik Sebeplerle Küçük Yaşta Evlenmişse;
*Kendini bir kul gibi hissediyor
*Kaderine küsüyor
*Ruhsal ve Bedensel gelişmeleri olumsuz etkileniyor

c-Sosyolojik Sebeplerle Küçük Yaşta Evlenmişse;
*Çoğu kez imam nikahıyla evlenerek, 2.hatta 3.eş oluyor
*Eğitim ve öğretimi yarıda kalıyor. Çoğu kez zorunlu eğitimi bile alamıyor
*Sağlığı bozuluyor
*Çoğu kez “adet” görmeden, hamile kalıyor. Kendisi çocuk olduğu halde çocuk büyütme yükümlülüğünü üstleniyor. Psikolojisi bozuluyor.
*Erken Evlilik aile içinde şiddete muhatap olma riskini artırıyor.
*Cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma olasılığı artıyor.
*Erken yaşta hamile kalınca, çocuğun ölüm riski 3 kat artıyor  (Dündar, N)

ÇOCUKLARIN ERKEN EVLENDİRİLMESİ HAKKINDA BAZI KANUNLAR

1948 tarihli İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 16. Maddesi’nde “Evlenme sözleşmesi, ancak evleneceklerin özgür ve tam iradesiyle yapılır” denilmektedir. Türkiye tarafından 1985 yılında bazı hükümlerine çekince konulmak suretiyle imzalanan ve 1999 yılında Türkiye’nin çekincelerini kaldırarak iç hukukuna geçirdiği Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Tasfiye Edilmesine Dair Sözleşme’nin “Önyargıların ve Geleneklerin Tasfiye Edilmesi” başlıklı 5. Maddesi’nin 1. fıkrasının (a) bendinde ise şöyle denilmektedir: “Taraf devletler, her iki cinsten birinin aşağı veya üstün olduğu veya erkekler ile kadınların basmakalıp rollere sahip oldukları düşüncesine dayanan bütün önyargılar ve gelenekler ile her türlü uygulamayı tasfiye etmek amacıyla erkeklerin ve kadınların sosyal ve kültürel davranış tarzlarını değiştirmek konusunda gerekli tedbirleri alırlar.” Aynı Sözleşme’nin “Evlenme ve Aile İlişkileri Alanındaki Haklar” başlıklı 16. Maddesi’nin 1. fıkrasının (b) bendinde şöyle denilmektedir: “Taraf devletler, kadınlara, serbestçe eş seçmede ve serbest ve kendi rızasıyla evlenmede erkeklerle aynı hakka sahip olma hakkını tanırlar.” Aynı Madde’nin 2. fıkrasında “Çocuğun nişanlandırılması ve evlendirilmesi hiçbir hukuki sonuç doğurmaz. Taraf devletlerce, asgari evlenme yaşının tespit edilmesi ve evliliklerin resmi sicile kaydının zorunlu hale getirilmesi için yasama tedbirleri de dahil gerekli tüm işlemler yapılır.”

Türkiye’nin 1995 yılında iç hukukuna geçirdiği Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 12. Maddesi’nin 1. fıkrasında da şöyle denilmektedir: “Taraf devletler, görüşlerini oluşturma yeteneğine sahip çocuğun kendini ilgilendiren her konuda görüşlerini serbestçe ifade etme hakkını bu görüşlere çocuğun yaşı ve olgunluk derecesine uygun olarak, gereken özen gösterilmek suretiyle tanırlar.”Aynı Sözleşme’nin 36. Maddesi’nde “Taraf devletler, esenliğine herhangi bir biçimde zarar verebilecek her türlü sömürüye karşı çocuğu korurlar.” denilmektedir. Bu bağlamda, uluslararası belgelerde çocuk evliliğinin bir seçim olamayacağının temel ilke sayıldığını ve çocuk evliliğinin bir insan hakkı ihlali olarak kabul edildiğinin altını çizmek gerekir (Çakmak, 2009).

ÇOCUK GELİN SORUNU İLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ

Yasal düzenlemeler: Medeni Kanunumuzda açıkça belirtildiği üzere olağanüstü durumlar hariç evlenmek için bireylerin 17 yaşını doldurmuş olması gerekir. Hâkim kararıyla 16 yaşında yapılabilen evlilikler dışında 17 yaşın altındaki evliliklerin tamamı bu durumda hukuken geçersizdir. Üstelik yaş engeli yüzünden resmi olarak mümkün kılınmayan aile birliği dini nikâh yoluyla oluşturulmaya çalışılmakta ve söz konusu yöntem başlı başına bir hukuki sorun teşkil etmektedir. Erken yaşta evlilikleri önlemek mevcut Medeni Kanunun uygulanmasının çok sıkı şekilde takibiyle mümkündür. Erken yaşta evlilik sorunu mevcut yasal düzenlemeler uygulandığı takdirde büyük ölçüde çözülecektir (Aydemir, 2009).

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu arasındaki uyumsuzluk giderilmelidir. Taraf olduğumuz ve Anayasanın 90 ıncı maddesi gereği üst hukukumuz olan uluslar arası sözleşmelere uygun olacak şekilde Kanunlardaki çocuk tarifini belirleyecek bir düzenleme Adalet Bakanlığından talep edilmelidir  (Aydemir, 2009). 5237 sayılı Türk Ceza Kanunundaki konuyla ilgili cezaların caydırıcılığı artırılmalıdır. Kanunların uygulanmasında denetimi sağlayan mekanizmaların oluşturulması gerekmektedir (Aydemir, 2009).

4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun uygulanması için bilinç yükseltme toplantıları yapılmalıdır. Özellikle 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “azmettirme” başlıklı 38 inci maddesi hususunda ailelerin bilinçlendirilmesi sağlanmalıdır (Aydemir, 2009).

Çocukların eğitimi: 
Eğitim seviyesi arttıkça erken evliliklerin sayısı düşmektedir. Eğitim ayrıca dolaylı olarak da bireyin hayatına ilişkin temel karar mekanizmalarında daha etkin olmasını sağlamakta ve bir bilinç geliştirmektedir. Çocukların zorunlu eğitim ve öğretimlerini tamamlamayan veliler tespit edilmeli ve haklarında caydırıcı önlemler alınmalıdır  (Aydemir, 2009).

Örgün eğitim içinde yer alan çocuklar için erken yaşta evlenmenin sakıncalarının anlatıldığı kazanımlar müfredata eklenmelidir. Anne-çocuk sağlığı, üreme sağlığı gibi konular müfredatta yeterince yer almalıdır (Aydemir, 2009). Geleneksel değerlerin hâkim olduğu ekonomik yönden geri bölgelerdeki bölge okulları ve pansiyonlarının sayıları artırılmalıdır. 1997 yılında 8 yıla çıkarılmış olan zorunlu eğitim, okul öncesi eğitimle birlikte 13 yıla çıkarılmalıdır (Aydemir, 2009). “Haydi Kızlar Okula Kampanyası” gibi kızların okullaşma oranının artırılmasına yönelik kampanyalar düzenlenmelidir. Küçük yaşta evliliklerin önlenmesi bakımından meslek edindirme kurslarına önem verilerek kadınların iş kurabilmeleri için imkanlar sağlanmalıdır  (Aydemir, 2009).

Halkın eğitimi: 
Okuma-yazma bilmeyen kadın oranının fazlalığı dolayısıyla kadınlarda okuma yazma oranını artırmak için kadın okulları açılmalıdır. Aileler erken yaşta evliliklerin tıbbi, psikolojik ve sosyolojik sakıncaları konusunda ikna edilmelidir. Bu konuda hem annenin hem de babanın eğitimi çok önemlidir ve bu eğitim sağlanmalıdır  (Aydemir, 2009).

Erken yaşta evliliklerin sağlık açısından zararları ile erken evliliğin sebep olduğu erken gebeliklerin meydana getireceği tehlikeler ve aile planlaması hakkında toplumun geneline yönelik bilgilendirme çalışmaları yapılması gerekmektedir  (Aydemir, 2009). Yine farkındalığı arttırmak adına toplumsal hayatı etkileyen yazılı ve görsel basından yararlanılmalıdır. Broşürler hazırlanarak yaygın dağıtımı sağlanmalıdır. Spot filmler hazırlanmalı, TV kanallarında yayınlanması sağlanmalıdır. Özellikle Devlet büyüklerinin erken yaşta evliliğin sakıncalarına değinecekleri konuşmalarını halka duyurmaları etkili olabilir (Aydemir, 2009). Sorunlarla karşı karşıya kalındığında şikâyet başvurusu yapılacak birim ile SHÇEK’in telefon numaraları ve oluşturulacak bir şikâyet hattının irtibat numaraları kamuoyuyla paylaşılmalıdır  (Aydemir, 2009).

Türk Medeni Kanunu’na göre 17 yaşını doldurmamış kızlar, Çocuk Koruma Kanunu’na göre 18 yaşını doldurmamış kızlar, Türk Ceza Kanunu’na göre ise 15 yaşını doldurmamış kızlar çocuk gelin sayılmaktadırlar. Kanunlar arasındaki bu uyumsuzluk giderilmeli ve 18 yaşını doldurmamış kızların evlenmesi yasaklanmalıdır. Yasağa uymayanlar hakkında ağır cezalar hükmolunması yönünde ilgili kanunlarda değişikliğe gidilmelidir. Değişen mevzuatın uygulanması hususunda hassasiyet gösterilmelidir. Ayrıca, yerel yönetim çalışanları ile çocuk polislerine, Türk Medeni Kanunu, Çocuk Koruma Kanunu ve Türk Ceza Kanunu hakkında düzenli eğitim seminerleri verilmelidir (Çakmak, 2009).

Ülkenin sanayileşmesi ve teknoloji üreten bir ülke olması için, devlet müdahaleli, planlamacı kapitalist sistem uygulamasına dönülmeli; refahın artışı imkanına göre köyleşen kentlerin kentleşmesi sağlanmalı, eğitilmiş insan gücü sayısı artırılmalı, gelir dağılımında adalet sağlanmalıdır. Sadakacı anlayışın yerine, sosyal devlet anlayışına geri dönülmelidir. Yoksullukla mücadelede, projecilik anlayışı terk edilmelidir. Kalkınma planları, yasak savma anlayışıyla değil, uygulanabilirlik ve uygulanma zorunluluğu esasına dayanarak hazırlanmalıdır. Kadın ve erkek tüm yurttaşların kapasitelerini gelire ve refaha dönüştürebilecekleri ulusal iktisadi politikalar üretilmeli ve uygulanmalıdır (Çakmak, 2009).

Çocuk gelin sorununa yaklaşımda, ortak bir dil oluşturulduktan sonra, yukarıda önerilen hukuki, idari, askeri, siyasi ve iktisadi alanlardaki mücadele yöntemlerinin uygulanması durumunda, Türkiye’de çocuk gelin oranının düşeceği öngörülmektedir. Bu yöntemlerin eş zamanlı uygulanması ve uygulama sırasında sivil toplum örgütlerinin desteğinin alınması halinde, istenilen hedefe kısa sürede ulaşılabileceği düşünülmektedir (Çakmak, 2009).

SONUÇ

Bugün Türkiye’de yüksek oranda kadının hane gelirinin dağılımı ve denetiminde söz sahibi olamaması, üretken olamayışı ve çalışma yaşamında sınırlı orandaki mevcudiyeti, kadına yönelik ayrımcılıktır. Ancak özellikle açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerde, bu ayrımcılığın, çocuk evlilikler ile doğrudan ilişkisi olduğunu söylemek mümkündür. Aslında, çocuk yaşta evlenen kızların doğum yaptıklarında, bebeklerini kendi üzerlerine kayıt ettiremedikleri, bunun yerine kayınvalideler üzerine bebeklerini kayıt ettirdikleri gerçeği ortadayken, kendi bebeğinin sorumluluğunu hukuki olarak alamaz yaşta anne olan bu kızların sayısı yüksek oranda seyrederken; Türk toplumunda kadınların aile reisliği, toprak sahipliği, mülkleri yönetme, iş kurma ve yürütme gibi konularda erkeklerle eşit olanaklara sahip olmamalarına şaşırmamak gerekir.

Çakmak’a göre burada bir noktanın altını çizmek gerekir ki, Türkiye’de yoksulluk her ne kadar kadınları daha çok etkilese de, yoksulluğa dişil ve eril açıdan bakmak, Türkiye’de yoksulluk sorunu ile topyekun mücadeleyi zayıflatmaktadır. Veriler, kadınların, erkeklere göre daha yoksul olduğunu ortaya koymaktadır. Bu bağlamda, topyekun bir kalkınma planı hazırlanıp uygulanmadan ve ülkedeki refah artırılmadan, kadın-erkek gelecek nesilleri, yoksul bir geleceğin beklediğini görmek gerekir. Daha ötesi, sivil toplum örgütleri eliyle tek tek yürütülen ve kişiye bağlı kaynaklarla hayata geçirilmeye çalışılan kadın yoksulluğunu giderme projelerinden, devlet eliyle yürütülecek bir makro planın muhtemel sonuçlarını beklemek iyimserlik olarak gözükmektedir (Çakmak, 2009).

Sonuç itibariyle, Türkiye’de görülen toplumsal cinsiyet temelli eşitsizliklerin temel kaynağının çocuk evlilikleri olduğu düşünülmektedir. İktisadi kalkınma sağlanmadan, kişi başına düşen milli gelir artırılmadan, sosyal devlet anlayışı yeniden hakim kılınmadan, yalnızca gönüllü gayretlerin eseri projecilikle, çocuk gelin sorununu çözmenin imkanı olmadığı düşünülmektedir. Soruna, sadece ve sadece bir toplumsal sorun gibi bakmanın, sorunu çözmeye yardım etmeyeceğinin altını çizmek gerekir. Türkiye’de çocuk gelin sorununa iktisadi açıdan yaklaşılmadığı müddetçe, her çabanın yarım kalacak bir çaba olacağı öngörüsünde bulunmak mümkündür (Çakmak, 2009).

Sonuç olarak, görüldüğü üzere “sadece bir gelenek” adı altında nesillerce devam ettirilen bu ve benzeri uygulamalar, sonuçta toplumda büyük bir hasara sebep olmakta, ülkenin gelişmişlik seviyesini ve daha da ileriye gidebilme çabalarını doğrudan alaşağı etmektedir. Kadınların aktif rol oynamadığı bir toplumun gelişmişlik seviyesine ulaşamayacağının söylendiği çağımızda, bırakın kadınların sosyal hayatta çok yönlü roller üstlenebilmelerini, daha yaşama haklarının güvence altına alınamadığı gerçeğiyle yüz yüze bulunmaktayız. Dolayısıyla çok yönlü çözüm önerilerinin üretilmesi ve vakit kaybetmeden hayata aktarılması gerekmektedir (Aydemir, 2010).

KAYNAKÇA

Aydemir, Atilla.2009. “Erken Yaşta Evlilikler Hakkında İnceleme Yapılmasına Dair Rapor”. Açık erişimli: www.tbmm.gov.tr/komisyon/kefe/docs/komisyon_rapor.pdf  Erişim tarihi:16.12.2011

Aydemir, Elvan. 2010. “Türkiye’de Erken Evlilik Ve Çocuk Gelinler Sorunu”"USAK Sosyal Araştırmalar Merkezi. Açık erişimli:  www.usak.org.tr./makale.asp?id-1072   Erişim tarihi: 13.12.2011

Arıkan,  Gülay. 1998. ”Kırsal Kesimde Kadın Olmak”  Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi. Cilt: 5, Sayı: 2.  Açık erişimli: http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr/198852GulayArikan.pdf  Erişim tarihi: 15.12.2011

Aksoy  Çoban, Aylin. 2011 “Erken Yaşta Evledirilen Çocuklar İntihara Sürükleniyor”  Açık erişimli: http://www.doktorsensin.com/makaleler/1748/erken-yasta-evlendirilen-cocuklar-intihara-surukleniyor Erişim tarihi: 15.12.2011

“Çocuk Evlilikleri” Açık Erişimli:  http://www.unicef.org/turkey/sy17/_ah21.html  Erişim tarihi: 15.12.2011

Çakmak, Diren. 2009.  “Türkiye’de Çocuk Gelinler” Açık erişimli : http://www.umut.org.tr/HukukunGencleri/TamMetinlerSunular/DirenCakmak.pdf Erişim tarihi: 15.12.2011

Dündar,  Nihat. “İnsan Hakları İl Kurulu Küçük Yaşta Evlilik”  Açık erişimli:  http://www.caginpolisi.com.tr/92/2-3-4.htm  Erişim tarihi: 15.12.2011

Özcebe,Hilal . 2010. “Erken Evlilik Üzerine”  Türk Aile Sağlığı ve Planlaması Vakfı  Görünüm Dergisi  Açık erişimli: www.tapv.org.tr/dokuman.asp?indir=115   Erişim tarihi: 17.12.2011

Tezcan,Sabahat. Coşkun, Yadigar. 2004. “Türkiye’de 20.yy Son Çeyreğinde Kadınlarda İlk Evlenme Yaşı Değişimi ve Günümüz Evlilik Özellikleri”  Nüfusbilim Dergisi. Açık erişimli:  www.hips.hacettepe.edu.tr/nbd_cilt26/tezcan_coskun.pdf    Erişim tarihi:16.11.2011

You have no rights to post comments