Değişim, zaman ve eylem boyutlarının getirdiği bir farklılaşma olarak, süreklidir. Sistemlerin parçaları, kendi aralarında ve birbirlerinde oluşan değişime uyum sağlamazlarsa, sistemin amaçları yönündeki hızı, etkinlikleri, bu etkinliklerin sayı ve kalitesi amaçlardan uzaklaşır, parçalar birbiriyle uyumlu çalışmak yerine birbirlerinin işleyişine engel olurlar. Bu durumdaki bir sistem, içinde bir parçası olarak var olduğu üst sistemin işleyişini de aynı şekilde bozar. Kelebek etkisi sözüyle ünlenen bu oluşum, zincirleme olarak, her sistemde bozulmalar oluşturur. Sistemlerin dengesini bozan bu değişimler, yeni bir dengelenimle sistemin uyumu sağlanarak, sistemi amaçları yönünde işlemeye döndürebilir.

Bir sistemler sistemi  olan insan vücudunun parçaları da, yaşla, beslenmeyle, çevre ve yaşam koşullarıyla sürekli değişimler geçirir. Bu değişimlerin, vücudun diğer parçalarındaki işleyişi bozması durumunda hasta oluruz. İyileşme, vücut parçalarındaki değişimlere diğer parçaların uyumunun sağlanması veya bu değişimlerin diğer parçalara olumsuz etkilerinin ayarlanması sonucu oluşur. Bu işleyiş, diğer sistemlerin hepsinde aynı şekildedir. Bir örgütün de içinde veya çevresindeki değişmelere uyumu sağlanmazsa örgüt hasta olur. Örgütün içinde olanlar, alışkanlık nedeniyle bu hastalığı fark edemezler, edenler de sivrilikle, eski köye yeni adet getirmekle suçlanırlar. Bu durumdaki makinalar artık kullanılamaz olur. Pili biten bir saatin çalışamaması, bir makasın zamanla körelmesi, yakıtı veya aküsü biten aracın kendi kendine yürüyememesi böyledir. Kullanılamayan makinaların bu durumları düzeltilmezse  amaçları olan işleri  görmezler, ölüme terkedilirler. Bu durumdaki örgütler de böyledir, insanlar gibi onlar da ölürler. Kamu kurumları ise, hükümetlerce ortadan kaldırılmadıkları sürece ölmezler, devlet bütçesi desteği ile bitkisel yaşam sürerler, bitkisel yaşamdaki bir insan gibi, kendilerinden beklenenleri yapamazlar. Günümüzde birçok kurum bu durumdadır, devletin sırtında, işe yaramayan bir yüktür. Bu kurumlar görevlerini iyi yapamayınca, ekonomideki suunu-istem dengesi gereği, o görevleri yapacak başka örgütler türer. Bunun örneklerinden biri, eğitim sistemimizdeki dersanelerdir.

Ülkemizin dünya ülkeleri uygarlık sıralamasındaki yeri, öğrencilerimizin de katıldığı uluslararası sınavlar, ülke içinde yapılan düzey belirleme ve öğrenci seçme sınavlarının sonuçları, insanımızın ve eğitimimizin içler acısı durumunu ortaya koyan nesnel kanıtlardır. Bu kanıtlar, eğitim işini beceremediğimizi, eğitimimizi "düzeltip geliştirmek"ten sorumlu denetim uygulamalarımızın da bu sorumluluğunu yerine getirmekten uzak olduğunu göstermektedir. Denetim algı ve uygulamalarımızın, çağdaş bilim ve teknolojiden yararlanması, köklü bir dönüşüm geçirmesi kaçınılmaz olmuştur.

Sistemler, hem işleyişten kaynaklanan güç yitimi (enerji kaybı), hem bilimsel ve teknolojik gelişmelerden kaynaklanan geri kalmışlıklar nedeniyle, zamanla işlevlerini amaçlandığı şekilde yerine getirememeye başlar. Bu nedenle, insan vücüdu dahil her sistemin geri beslenme ve yenilenme gereksinimi oluşur. Bu yapılmadığında, sistem hastalanır, zayıflar, kendinden beklenenleri yapamaz hale gelir. Eğitim denetimimiz, onu hantallaştıran üçbeş yanlış yama dışında, ilk düzenlendiği yıldan buyana, gelişmek, çağdaş yeniliklerden yararlanmak şöyle dursun, amaçlarına ulaşmaktan daha da uzak hale getirilmiştir. Atandığı zaman, bilmediği işleri de çok iyi bilir hale geldiğini düşünen yöneticiler, diğer alanlarda olduğu gibi, eğitim denetiminde de gelişime değil, gerilemeye odaklanmışlardır. Denetim uygulamalarında ivedi bir dönüşüm çoktan zorunlu hale gelmiştir.

Yalnızca yönetimle ilgili bilimsel bilgiler değil, fizik bilgileri de "güçler birbirine karşı kullanılırsa azalır" der. Birinin üç birim güçle ittiği bir nesneyi bir diğeri beş birim güçle çekerse, nesneye uygulanan toplam güç sekiz birim olduğu halde, nesneyi eyleme geçirecek güç iki birime düşer. Sekiz birim güçlü motor, tam kapasite çalışsa da iki birim güç üretir. Bu durumda kullanılan ve bu nedenle de kullananları zayıflatan sekiz birimlik gücün iş yapma miktarı azalır. Üstelik bu beş birimlik güç, nesneyi amaçlarından uzaklaştırıcı yöndeyse, sekiz birimlik güç kullanıldığı halde, nesne amaçlarından uzaklaşır.  Denetim uygulamalarımızda, denetleyen ve denetlenenlerin güçlerini birbirine karşı kullanmak durumunda oluşu, uygulamaların başarısızlık nedenlerinden birini oluşturmaktadır. Olumsuz değerlendirilip bunun sıkıntı verici yaptırımlarıyla karşılaşmamak için, denetlenenler eksik ve yanlışlarını gizlemeye, denetleyen de bunları bulup gücünü kanıtlamaya çalışırsa, güçler birbirine karşı kullanılmış olur. Denetleyenin gerçekleri görme ve düzeltilip geliştirilmesini sağlama olasılığı azalır, sistem, eksik ve yanlışlarla işleyişini sürdürür, başarısız bireyler üretir. Bu sıkıntıların yaşanmaması için, denetlenenlerin değerlendirilmesi, ne denetçi yargılarına, ne veli ve öğrenci dedikodularına bırakılmamalıdır. Çağdaş bir "çalışan değerlendirme sistemi", denetleyen ve denetleneni, güçlerini birbirine karşı kullanan değil, birleştirip eğitim sorunlarının çözümü için çoğaltan olmalı, buna dönüşmelidir. Bunun için gerekli bilgi birikimi, eğitim yayınlarımızda vardır.

Denetim, artık yetmiş seksen yıl öncesinin bilgileri ve o bilgilere dayalı uygulamalar yoluyla yapılmamalıdır. O "sanayi çağı" denen zamanın ardından, uzay çağı, bilgi çağı, bilim çağı çoktan gelip geçmiştir. Sanayi çağının bilgilerini kitle iletişimi çağında da kullanmaya kalkarsanız, iki yaşında giydiği ayakkabıyı yetmişiki yaşında da giymeye çalışan zavallıya benzersiniz, onun sıkıntılarından daha çoğunu yaşarsınız. Artık eğitim denetimi uygulamaları, günümüz biliminin bilgilerine dayalı hale getirilmelidir: Korkuya dayalı değil, istemli; değerlendirmeyi ve cazalandırmayı  değil, düzeltmeyi ve geliştirmeyi hedefleyen; denetleyenin baskısına değil, uygar insan ilişkilerine yönelmiş; gizlemenin yerini açıklık  zıtlaşmanın yerini yardımlaşma almış; tarafların taraf değil yanyana olduğu; "ben böyle öğrendim" in yerini bilimsel bilgilerin aldığı bir dönüşüm, denetimin amaçlarına ulaşması için gecikmiş bir zorunluluktur.

Eskiden insan gücüyle yapılan veya başka araçlar bilinmediği, bulunmadığı için yapılamayan birçok iş, bugün teknolojik araçlarla kolay ve çabucak yapılabilir hale gelmiştir. Bugün, eskiden olduğu gibi kağıtlara yazılar yazmaya, onları fiziksel yollarla göndermeye gerek kalmamıştır. Eskiden ancak giderek görebildiğimiz yerleri, günümüz teknolojileri, ayağımıza getirmiş, onların çıplak gözle göremeyeceğimiz ayrıntılarını oturduğumuz yerde inceleyebilme fırsatı vermiştir. Bir doktor bile, yanındaki hastasını, bu araçlarla ayrıntılı ve derinlemesine inceleme fırsatını kullanmaktadır. Eğitim denetimindeki uygulamalarda kullanılan araç ve yöntemler, bugünün teknolojik araçlarından yararlanmamakta, onlarca yıl öncesininkilerle bugünü geçiştirmeye çalışmaktadır. Yeni teknolojiler, denetimin dört tipik türü olan yazışma, görüşme, gözlem ve incelemede, çabukluk, ucuzluk, verimlilik nesnellik sağlamaktadır.

Bugün, eğitimdeki düşünce ve uygulamaları denetçiler yoluyla düzeltip geliştirmek için, mutlaka o uygulamanın yapıldığı yere gitmek gereksizdir. Ondan daha çabuk, ucuz, verimli sonuç almak için çağdaş iletişim ve görüntüleme araçlarını,  interneti kullanmak yeter.  Ders gözlemi denen şeyin yanılgıları ve zararları, internette bulunabilen "Denetimde Bilim ve Teknoloji Kullanımı"adlı makalede anlatılmıştır. Artık bu tür yanlışlıklar yapılmamalıdır. Denetçi, bir okula gidip, oradaki insanları sıkıntıya sokmak için harcadığı saatlerce zamanda, bilgisayarı başında onlarca öğretmene, yöneticiye yardım edebilecek durumdadır.  Üstelik bu iş için herhangi bir harcama yapılmasına da gerek olmamaktadır. Bu, zorunlu bir dönüşümdür.

Denetim, bir yönetim sürecidir, bu nedenle de yöneticilerce yapılmalıdır. Bizdeki yasal-yönetsel metinlere göre de denetçiler, yöneticileri adına iş yaparlar. Yani yasal metinler de denetimin yöneticinin işi olduğunu söyler. Uygulamada bu kural, istisnaları dışında işlememektedir. Yöneticiler, hemen her zaman, denetim işini denetçilere bırakmışlardır. Oysa her yöneticinin ana görevlerinden biri, astlarını yetiştirmek, geliştirmektir ve denetim de budur. Çoğu kez, bilgisizlik,  astlara yukarda ve uzaktaki bir gücü kullanma kaygısı vererek güçlülük sergilemek, astlarla arasını bozmamak, işini çoğaltmak yerine bir kısmını başkasının üzerine yıkmak gibi nedenlerle, yöneticiler, kendilerine üstünlük sağlayacak durumlar dışında, denetim görevlerini yapmamaktadırlar. Böylece denetçilerin iş yükü de artmaktadır. Denetçiler de denetim raporlarının okunmadığını, gereğinin yapılmadığını belirtip bu durumdan yakınmaktadırlar. Bu gerçekler, bu alanda da bir dönüşümü zorunlu kılmaktadır.

Özellikle eğitim denetçileri, yasa gereği disiplin amirlerinin yapması-yaptırması gereken soruşturmalarla uğraşmaktadırlar. Oysa, yine yasa gereği bu amirler bu soruşturmaları kendileri yapabileceği gibi, başka bir görevliye de yaptırabilirler. Bu, denetçinin bilgilerini gerektirecek zorlukta bir iş değildir. Suç kavramını, ögelerini bilen herhangi bir çalışan, bu işi zorlanmadan yapabilir, zorlandığı yerde yöneticisinden yardım alabilir, yasal- yönetsel metinleri okuyabilir. Eğitim uzmanı olan eğitim denetçisi, bu rutin işlerle zamanını ziyan etmemelidir. Bazı soruşturmalar aylarca sürebilmektedir. Eğitim denetçisi bu sürede yüzlerce öğretmene binlerce yardım yapabilir. Eğitim denetçisinin bu işi daha iyi ve güvenilir yapacağı savı gerçekçi ve yararlı sonuç üretmez. Soruşturmaları inceleyen kurullar, yargı organları vardır. Yanılgılar buradan dönebilmektedir.  Kurumundaki soruşturmalarda çok yanlış yapılan yöneticiler eğitilebilir. Soruşturma yapmak, soruşturmacı olmanın kişiye yüklediği rolün çekiciliği nedeniyle, bazı eğitim denetçilerince yeğlenebilir olmaktadır. Bunun da etkisiyle, eğitim sisteminde çalışmayan kişilerin soruşturmaları da eğitim denetçilerine verilmekte, böylece denetçi , kurumu ondan hizmet beklerken, gereksiz yere başka kurumun hizmetinde çalışabilmektedir. Oysa eğitim uygulamalarımızın hepsi, düzeltilmeyi ve geliştirilmeyi beklemektedir. Başka kurum çalışanlarının soruşturmaları, o kurumların yöneticilerince yapılmalıdır. Eğitimde de her kurumun soruşturma işi o kurumun yöneticisi veya görevlendireceği birince yapılmalı, soruşturmanın taraflarından biri o kurumun yöneticiyse, o zaman soruşturmayı bir üst yönetici yapmalıdır. Yöneticilerin kolayca yapıp yaptırabileceği rutin bir işle denetçilerin zamanlarının ziyan edilmesi de dönüşüm bekleyen uygulamalardandır.

Denetimin yakın amacı düzeltmek ve geliştirmek, uzak amacı ise kişileri özdenetimli yapmaktır. Kişi sadece başkalarının denetimine bırakılmışsa, bu denetim, amaçlara götürmede eksik kalır. Herkes, hiç olmazsa denetlene denetlene, kendini denetlemeyi öğrenmelidir. Bu onun başkalarına gereksinimini azaltır, yeterliklerini yükseltir. Denetim uygulamalarındaki ana hedef, kişilerin kendilerini denetlemeye alıştırılmaları, böylece başkalarının denetimine gereksinimlerini azaltmaları olmalıdır. Kişisel gelişim budur. Denetçi, karşılaştığı soru ve sorunlarda, "şunu yap", "şöyle yap", "bunu yapma" gibi yönlendirmelerden kaçınmalıdır. Bunlar, anlamadan ezberlemeye, koşullanmaya, farklı her durumda aynı bilgiyi aynı şekilde kullanmaya götürür, yanılgıların oluşmasına neden olur. Denetçi, soru ve sorunlarla ilgili bu tür hazır yargılar yerine, soruların yanıtlarını, soru sahibine sorular sorarak ona buldurmaya çalışmalıdır. Bu, soru sahibini bilgisini çoğaltmak için okumaya, anlamak için düşünmeye, sorunu daha iyi anlamaya, sorununu kendisinin çözmesini sağlamaya, bunlar da gelişmeye götürür. Böylece denetlenen güçlenir, kendine güveni artar, yeni sorunlar karşısında güçsüz bir bekleyiş yerine, onların çözümü için girişimi seçer. Denetçi, öğrencilerin eğitimi için aynı yöntemi öğrencilerine de uygulamayı öğretmenlere önermelidir. Bu da denetim uygulamalarının geçirmesi gereken yararlı bir dönüşümdür.

Birçok alanda olduğu gibi denetim uygulamalarında da ağırlık, "tepkisel denetim"dedir. Örneğin hukuksal uygulamalar, önce suçun işlenmesini bekler, sonra suçluya ceza verir. Bu, iki kat zarara neden olur: Suç işleyen karşısındaki kişiye, yargı da suç işleyene zarar vermiştir. Oysa bu iki zararın ikisinden de kurtulmak olasıdır. Uygulamalar, sistemi yaz-boz tahtasına dönüştürüp zararlar üretmemelidir. Düşünmeden karar verme, istenen olmayınca da yine düşünmeden başka bir yanlış kararı uygulama akıldışılığı terk edilmelidir. Aziz Nesin'in "Bizim Köyün Delileri" öyküsü, bu tür örnekleri komikleştirerek anlatır. Bizim köy dediği ülkemiz, deliler dediği de yöneticilerimizdir. Kullanılması gereken, tepkisel değil, "önlemsel denetim"dir. Nasreddin Hoca'nın toprak testiyle su getirmeye gönderdiği çocuğu, nasıl olsa testiyi kıracak diye tokatlaması, "zarar oluşmadan önce önlem alın" iletisinin, bizim anlayacağımızı umduğu dilden söylenmesidir. Ne yazık ki hocanın umudunu boşa çıkardık, onun bu iletisini hala anlayamadık. Eğitim denetiminde de, geniş bir bilgi birikimi, nesnel bir durum saptaması, gelecekle ilgili düşünme ve yordama kullanılarak, olası olumsuzlukların önceden görülmesi ve önlenmesi sağlanabilir. Dönüşüm, önleyici denetimi egemen kılmak şeklinde olmalıdır.

Denetçi, yöneticinin yanlışları için kılıf buldurmak, zarar görene hedef saptırtmak  amaçlarıyla kullandığı bir araç değil, ona yollar gösteren bir rehber olarak çalıştırılmalıdır. Göremediğini görmesini, düşünemediğini düşünmesini, bilemediğini bilir hale gelmesini sağlayan bir rehber, iş işten geçmeden gerçekleri gösteren bir rehber. Akıllı denetici ondan böyle yararlanır. Yalnızca böyle bir dönüşüm bile eğitimimiz için pek çok yararlar sağlayacaktır.

Denetim uygulamalarımızın bir yanılgısı da "rehberlik" adı altında olanlardır. Ülkemizdeki çelişkileri anlatmak isteyen şaire, "Hesap bilmem, muhasebede memurum" dedirten biziz. Son yıllarda anlamını bilmeden yaygın biçimde kullanılan bu söz, eğitim alanı dışındaki denetim kurumlarının bazılarının adında bile yer almıştır. Anlamadan, bilmeden konuşmak-yazmak bu kadar yaygınsa, okullarımızın anlamadan ezberleme merkezi olmasına şaşmamak gerekir. Birisine, şunu yap, bunu yapma, şöyle söyle, şuradan git... demek rehberlik değildir, yöneticiliktir. Ona emir veriyor, onu yönlendiriyor, onun kararlarını siz veriyor, onu siz yönetiyorsunuz. Rehberlik yapabilmek için, önce bir seçim durumu ve bir kararsızlık olmalıdır. Bu durumda karar vermekte zorlanan kişi size danışırsa, ona rehberlik yapabilirsiniz. Rehberliğin ikinci adımı, danışana yol değil, yollar göstermektir. "Bir" yol gösterirseniz, hangi yoldan gideceğine siz karar vermiş, onun yöneticisi olmuş olursunuz, rehberi değil. Rehber, olası yolların hepsini gösteren, bu yollarla ilgili bilgiler veren, olası olumlu olumsuz yönleri, kazanç ve zararları belitren şekilde davranandır. Üçüncü adım, bu yollardan hangisini seçeceği konusunda danışanı özgür bırakmaktır. Rehberliğin asıl amacı da budur :Kişiyi, kararlarını verebilecek şekilde donanımlamak, geliştirmek. Eğitim denetimindeki  bu yanılgılı uygulamanın, onların eğiticilik ve önderlik rollerine ağırlık verecekleri şekilde değiştirilmesi de yapılması gereken bir dönüşümdür.

Eğitim denetçilerinin bu dönüşümlerin hepsini bakanlıktan veya yöneticilerinden beklememeleri de bir dönüşüm olarak gerçekleşmelidir. Bu dönüşümlerin çoğu, yasaların onlara izin verdiği işlerdir. Dönüşümün engeli, denetçinin bilgi veya girişimçiliğindeki yetersizliktir. Denetçi, dönüşümlerin başlatılmasını başkalarından beklememeli, bunu kendisi yapmalıdır. Çünkü eğitim denetçilerinin ağırlıklı rolü önderliktir; önde gitmek, başkalarının onu izlemesini sağlamaktır. Önderliğin iki temel boyutundan biri, yenilik, değişiklik, başkalık, farklılık oluşturmak, bunları başkalarına tanıtmak, diğeri, girişimi kimseden beklememek, başkası yapsın ben bekleyeyim dememektir. Bekleyen, başkalarını izleyen önder olamaz, izler olur. Denetçi, eğitimin her alanındaki bilgi ve becerisiyle, gelişmelere, gelecekteki uygulamalara yön vermesi gereken kişidir. Yıllık denetim raporları, şuralara gidildi, şu kadar denetim yapıldı, şu edildi söylemleriyle sınırlanmamalıdır. Raporlar, geleceğe yönelik önerileri, bunların yarar ve gerekçelerini de yöneticilere iletmelidir. Denetçi raporu gönderip köşesine çekilmemeli, onunla ilgili yapılanları, yapılmayanları izlemeli, sorgulamalıdır. Denetçi, edilgen bir bekleyiciden, etken bir girişimciye dönüşmelidir. Onun görevi rapor yazmakla bitmemektedir. Önerileri yönetimce uygulanmayan, neden uygulanmadığı konusunda kendisine bir dönüt de gelmeyen denetçi, yöneticisine başvurmalı, "sayın yöneticim, raporumda yazdığım önerilere ilişkin bir girişim göremedim, nedenlerine ilişkin bir dönüt de alamadım, bu durumda benim önerilerim yanlış olmalı, lütfen nerelerde nasıl yanıldığımı bana gösterip yanılgılarımdan kurtulmamı sağlar mısınız" diyebilmelidir. Bu onun hakkı, onu eğitmek de yöneticisinin görevidir. Hakların istenmediği, görevlerin yapılmadığı durumlarda iyileşme beklemek hayaldir. Denetçinin önderlik rolü bu girişimi zorunlu kılar. Bu dönüşüm, belki de diğer dönüşümlerin çoğunun başlatıcısı olabilir.

Ülkenin gelişmesi, bunun insanların daha iyi yaşamlarına dönüşmesi, diğer kaynakların hepsinin nasıl kullanılacağı kararını veren "insan kaynağı"nın gelişmesine bağlıdır. Bunun merkezi okullar, aracı öğretmenler, onların gelişimine destek olacaklar da denetçilerdir, öyle olmalıdır. Denetçilerin, kişisel emirlerle yönlenmeleri, onları beklemeleri, edilgen olmaları değil; sadece kendileriyle ilgili değil, öğretmen yönetici ve öğrencilerin, onların velilerinin hakları, kendilerinin  görevleri  yönünde girişimci, atılımcı birlikten güç doğurucu  olmaları, olması gereken, özlenen bir dönüşümdür. Bu dönüşümün başlangıç noktası, kendilerini sürekli geliştirmeleridir. Hep aynı şeyleri yaparsak hep aynı sonuçları alırız, değişemeyiz, yenileşemeyiz, gelişemeyiz.


[1] Bu yazı, Prof. Dr. Hüseyin Başar’ın önceki yıllarda yazıp kişisel internet sayfasından aynı başlıkla yayınladığı yazıdır. İzniyle alınmıştır.

[2] Hacettepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi.

You have no rights to post comments