Hayat akıp giderken şurada burada almış olduğum notlar elime geçmeye başladı. Bir kısmını sosyal medyada paylaşmıştım. Birbirinden kopuk, her biri ayrı zamanların ürünü düşünce parçacıklarıdır. Her paragraf ayrı telden çalıyor. Düşüncecikler... Olur ki, başka düşüncelere ilham olur, fikirlere fikir olur, bir adım daha ileri götüren olur. Bende kalmasın, buyurun.

Ruh meselesi

Rus ruhu var: Russkaya Derjava.

Alman ruhu var: Volksgeist.

Japon ruhu var: Yamota Damaşi.

Türk’ün ruhu var (mı?)

Bilen var mı?

Akıl, akı, ak, a!

1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşının yaklaştığı günlerde, ordunun savaşa hazırlanmamış olduğunu gören II. Mahmut, bu boşluğun imdad-ı ilahiye (ilahi yardım) ile kapatılabileceği kanaatindedir. Bu padişah kanaatine İzzet Molla bir makale ile karşı çıkar. (Padişaha bile karşı çıkılıyormuş!) İzzet Molla makalesinde sorar: “Devletimiz Şeriat devleti midir, Akıl devleti mi?" İzzet Molla “imdad-ı ilahiye dayanmak itikad-ı İslamiye ile alay etmektir. Böyle bir ön kabul durumunda, boğulmakta olan bir adamın, sudan çıkmak için parmağını bile kıpırdatmadan ilahi müdahalenin gelmesini beklemesi anlamına gelir” der…

İzzet Molla idamla cezalandırılır ama ceza hafifletilir ve sürgüne gönderilir. Osmanlı savaşta yenilince 2. Mahmut İzzet Mollayı davet eder!

Önceden sözünü dinleseydi keşke, sonradan davet edince hikmet göstermiş mi oluyor? (Savaş ve akabinde imzalanan Edirne Antlaşması çok vahimdir. Balkanların önemli kısmı ve Ahıska dahil, Kafkasya bu savaşın sonunda kaybedilmiştir.)

Dargörü

Bir aktarma: “Bir kişinin anlayış düzeyini ölçmenin yollarından biri de onun sorulara nasıl yanıt verdiğini incelemektir. Eğer her soruya kesin bir "evet" ya da "hayır" yanıtı verme eğilimindeyse, anlayış düzeyi oldukça düşük diyebiliriz. Kişinin anlayış düzeyi ne kadar yüksekse, kesinlik beklentisi de o kadar az ve esnek olur. Kişinin bir konudaki görüşleri nekadar kesinse ve kitlelerin ürettiği kalıplaşmış görüşlere ne kadar yakınsa, anlayış düzeyi de o kadar düşüktür. Çünkü daha çok bilirsek ve anlarsak, kalıplaşmış görüşlerin her durumda geçerli olmadığını fark ederiz. Çok basit görünen sorunlar bile birçok etkene bağlıdır. Bu yüzden kalıplaşmış görüşler her zaman işe yaramaz."

Anlayış düzeyi düşük kişiler siyasallaştıklarında at gözlüğü takar ve tek yolcu olurlar. Onlara göre tek yol vardır, o da onlarınkidir. Ötekiler satılmıştır, haindir, kâfirdir, yobazdır, düşmandır. Bu totaliter eğilim fikir, vicdan ve irfan özgürlüğünün engelidirler. Böyle insanların çok ve cüretkâr olduğu toplumlarda gelişme ya olmaz ya da çok yavaş olur.

Taşıt fabrikası

Türkiye’de 1927 yılında otomobil ve kamyon fabrikasının kurulduğunu, 1930 yılında bu fabrikada 4 bin işçinin çalıştığını, günde 55 binek otomobili ve 10-15 kamyon imal edildiğini söyler, Menderes sonrası dönemde millî ağır sanayinin bitirildiğini de eklersem, ülkemizdeki Amerikan vesayetçilerinin 1950’lerden beri oluşturduğu tek parti düzeni üzerinden Atatürk’e ve Cumhuriyetin kuruluş temeline saldırma ezberi bozulur mu? Uçak fabrikasını demeyeyim…

Çaldıran

Çaldıran Savaşının 500. yıldönümünü sessizce geçiştirildi. İstanbul’daki köprüye Selim’in adını vererek aynı kafayı devam ettirdiğimizi ilân etmenin dışında bir anma, kutlama ve çok daha önemlisi bilimsel bir toplantı olmadı, olduysa da, zayıf bir ihtimal ama haberdar olamadım. Oysa Çaldıran, etkileri günümüzde hala devam ettiğinden dolayı çok önemlidir. Önceki yıllarda yüzlerce okul ve caddeye Yavuz Selim adını vermiştik, İ. Pala da aynı resmi görüşü anlatan bir Şah romanı yazdı. Pala’nın romanı Azerbaycan’da ve Türkiye’de hiç de iyi bir yankı bulmadı.

Çaldıran Savaşı nedir? Kozmopolit Osmanlı ile Oğuz Azerbaycan arasındaki bir savaştır ve savaşı Oğuzlar kaybetmiştir. Millî Eğitim ders kitapları olayı öyle anlatır ki, savaşı Perslerle yaptığımızı sanırız. Tarihsel yorumları değil, gerçekleri bile saptırıp “resmi ideoloji yalanı” diyenlerin bu ülkede Çaldıran’ın “Zafer” diye okutulmasına itirazının olmaması ne kadar ilginç! Üstelik bu “zafer”den gurur duyuyorlar. Olan olmuştur ama bunca yıl sonra hala Yavuzculuk yapanlar rüzgâra karşı tükürdüklerinin farkında mıdırlar?

Osmanlı Devletinde Anadolu neden Türkmenler için cehennem haline getirildi ve kargaşa çıkarıldı? Türkmen neden "yıkılın kapılar şaha gidelim" demek zorunda bırakıldı? Halkı katletmektense onun derdini niye dinlemedi Osman’ın soyu? Türkmen'i kime kırdırdı?

Yavuz(gilin) yazdığı tarihten bana misal getirmeyin. Söylediklerinin hiçbir hükmü yoktur. Gidin bir de Azerbaycan tarihini okuyun. Çaldıran savaşı tarihimizin kara sayfalarından biridir. 

Yavuz mu, derler ki, Yavuz yaptıklarından sonra jeokültürel yapıyı bozduğundan bin pişman olmuş, Anadolu'dan kaçıp canını kurtaran yüzbinlerce insanı geri getirmek için çok uğraşmış! Yavuz’un bu niyeti belki de söylentidir. Gerçek olsa bile başaramadığı hatta Yavuz’un mezhepçi-ayrımcı-bölücü politikasının sürdürüldüğü de ortadadır.

Gazzali

Gazzali, mezhep kavgası sırasında Selçuklu’nun resmi sünni ideologu olarak sahneye çıkıp, felsefeye karşı çıkarken felsefe yapan, akla (bilime) karşı çıkarken akılcı olmak zorunda kalan, kafası karışık büyük bir resmi teologdur.

Falakalık olmayanlar

Tasavvufta bu iyi açıklanır; Allah, Hz. Adem'i çamurdan yarattı. Sonra ona kendisinden bir zerre üfleyerek can verdi. Can, içimizde Allah'tan bir parçadır, Allah içimizdedir, şah damarımızdan daha yakındır. Sonra da Hz. Adem'i can sıkıntısından kurtarmak için Hz. Havva'yı yarattı. (Havvalar alınmasın:) İçimizdeki Allah'ın zerresinin insanın suratında, yüzünde göründüğüne inanılır. Allah takva sahibi, temiz kalpli, mü'min kullarının yüzünde göründüğünde "nur yüzlü" bir çehre ortaya çıkar. Özellikle ihtiyarlarda bu kendini daha net gösterir. Bazıları nuranî yüzlüdür, sevimlidir, kanınız kaynar. Bazılarının suratından ise melânet akar.

Biz İslam tasavvufunun anlatışına göre, Allah insanın yüzünde göründüğü için, insanların suratlarına tokat atmayız! Falakayı o yüzden geliştirmişiz. Bazıları kendilerine nurlu dedirtirler ama yüzünde nur yoktur. Falakalık değildirler yani.

Siz nerdesiniz?

Ne zaman gazetelerde bir suçlu ya da ters giden bir durum görsem onları hep eğitim ıskartası sayarım. Eğitimin yetmezliğidir. Eğitim sadece okulun işi midir? Her bir şeyi öğretmenden beklerseniz avucunuzu yalarsınız. Üstelik öğretmenleri de perişan ettiniz. Memleketin diğer kurumları nerede, ana-baba, konu-komşu, mahalleli filan..

Ök

Kelimelere takıldığım olur: Öksüz. ök-süz, yeni nesiz?

Hunyadi Yanoş

Osman oğullarından 2. Murat ve evladı Fatih'in başının belası Hunyadi Yanoş Kumanzö. Attila oğullarından Erdel (Sekelistan) Kuman beyi. 2. Murat'ı defalarca yendi. Osmanlı tarihinde yenilgiler pek anlatılmaz. Hunyadi Yanoş Komanbek bugün hala Macaristan ve Romanya'da halk kahramanıdır. Tarihi kimin yazdığı önemli tabi…

Demir kratik memlekât

Demokratik ülkelerde hükümeti eleştirmek küfür değil bir vatandaşlık görevidir. Eleştiriyi "haddini bilmemek" olarak anlayanlar demokrasi kültüründen bihaber olanlardır. Demokrasilerde insanların hükümeti istememe, değiştirme, yıkmak için konuşma, söyleme, yazma, miting yapma, protesto etme hakları vardır. Rejim eğer demokrasi ise insanların hükümeti yıkmak için ettiği mücadelesini engellememe, mücadele edebilmesi için ortam hazırlama, insanların konuşma yazma, protesto etmesi için önündeki engelleri kaldırma görevi vardır. Demokrasilerde polisin görevi hükümeti, (tabii ki silahsız olarak) yıkmakiçin mücadele edenleri engellemek değil, protesto ederken onların güvenliklerini sağlamaktır. Demokratik ülkelerden söz ediliyor tabii ki.

Yönetişim

Son yıllarda Türkiye'ye bir tek parti rejimi hakimdir. Muhalefet partilerinin varlığı bu gerçeği değiştirmez; aksesuardırlar. Zira, uzlaşma olmadığı gibi hiç bir konuda sözleri bile dinlenmemektedir. Bunun istisnası bazen Bdp olmaktadır, o da dağdakilerin hatırınaymış gibi görünüyor.

Riyâ

Irak'ta bir milyon Müslüman katledilirken sustunuz, hatta işgalcileri desteklediniz. Ülkemizden lojistik sağladı işgalciler. 6 binin üzerinde amerikan uçağı burada bomba yükleyip Irak halkının üzerine boşalttı. Sustunuz. Kadınlarına tecavüz edildi, işkence fotoğrafları gözünüze sokuldu, kılınız kıpırdamadı. Milyonlarca Iraklı dağa taşa düştü, başka ülkelere mülteci oldular. “Ümmetiz” demediniz!

Libya'yı karıştırmaya, işgale asker gönderdiniz. Tunus, Fas... Hep sustunuz, ümmet olduğunuzu düşünmediniz.

Suriye için dindaşız, komşuyuz demeden amerikan beslemesi kiralık katilleri saldınız ümmetin üstüne. Şimdiden yüz binlerce insan öldürdünüz. İnsanlar gâvura sığınmak için kendilerini derya-denize vurdular, boğuldular… Bir adamın ortadan kaldırılması için 100 binlerce kişiyi yok etmeyi göze almak nasıl bir şeydir? Katillerin safındaydınız, evinizde eşkıya besleyip komşuya saldırtıyorsunuz, hala eğitip donatıp destekliyorsunuz.

Irak’ta, Libya’da, Suriye’de bunlar yapılırken buna karşı çıkan çocuklarımızı sokakta coplattınız, gazladınız. Buna da "ohh" dediniz! Nasıl bir ahlak taşıyorsunuz siz?

Ne seçimi layn!

Fransa'nın önemli politologlarından biri olan M. Duvarger "Diktatörlük Üstüne" adlı yapıtında demokrasinin kurulabilme koşullarını anlatırken; ''Nüfusunun çoğunluğunun okumaz yazmaz olan, köleci bir tarım toplumda modern bir seçim sisteminin hiç bir anlamı yoktur, bu yapmacık dekor arkasında eski düzenin sahipleri yine ipleri ellerinde bulunduracak, eski kurumlar sürüp gidecektir. Demokrasiye geçmeden onun koşullarını yaratmak gerekir", diyor.

Atatürk ne yapmaya çalışıyordu?

Atatürk'e direnenler neye direniyormuş?

Üçüncü yol

Atatürkçülük, sağcı-solcu, liberalizm-sosyalizm bağlamında taraf değil, farklı bir yoldur; üçüncü yol. Altı ilkenin üçü liberalizm, diğer üçü ise sosyalizm kökenlidir. Laiklik, Cumhuriyetçilik ve Milliyetçilik liberalizm (sağ) kaynaklı, Diğerleri; Devrimcilik, Devletçilik ve Halkçılık (yani demokrasicilik) sosyalizm (sol) kökenlidir. Atatürkçülük sanayi toplumunun ürünü olan modernizme dayalı Türkiye’ye özgü özgün bir sentezdir.

Mülayim

Ilımlı İslam ideolojisi, hiç de millî ve İslami bir düşünce değildir. Tamı tamamına bir Amerikan projesi ve ideolojisidir. Amacı antiemperyalist İslamcıların hükümete gelmesini önlemektir.  Arap baharı ideolojisi ılımlı İslam projesinin sonucudur ve Arapları iflah ettirmemiş, ettirmeyecektir. Ha, bu arada unutmayalım; ılımlı İslam projesinin laboratuvarı Türkiye idi.

Saf-sata

Safsata avcısı olmanın tam zamanıdır. Bütün konuşmaları safsata olan politikacı ve onların taklitleri var. Maske düşürmek gibi ulvî amacı geçelim, en azından safsatayı yutmamak için bilmek, safsatayı anlamak gerekir. Safsata: Batıl kıyaslama! Doğruymuş gibi görünen ama üzerinde düşününce saçmalık olduğu anlaşılan lakırdı! Mantık doğru işlemiyorsa, doğru hükme varmak mümkün değildir! Safsatacıların asıl büyük kötülüğü, safsata dinlete dinlete milleti düşünme disiplininden koparışları oluyor. Mantığımızı yitiriyoruz, farkında mısınız?

İnsanlıktan kaçış

İnsanlar neden aklıyla hareket etmek yerine aklını birilerine ipotek ettirir? Neden aklını bir parti başkanına veya bir şeyhe, babasına, kocasına, hocasına vb. emanet eder? Neden onun kararlarına aynen katılır, kendi kararlarını kendisi vermez? Bu kitapta cevabı var: İnsan özgür olmak istemiyor çünkü sorumluluk almaktan korkuyor çünkü birey olamamış, elini taşın altına koyamıyor. Çünkü yanılabileceğinden korkuyor. Aklını emanet ettiği kişi yanılırsa, "onun yüzünden" demek daha kolay. Hayatın içinde değil kıyısında dolaşıyor. Sürünerek yaşamayı tercih ediyor. Etkisiz eleman olmayı yeğliyor... Erich From'dan klasik bir kitap: Özgürlükten Kaçış. Her kitaplıkta olmalı.

Kavramlarla düşünmek

Okumayan toplumlar analitik düşünemez. Kavram fukaralığı da çekerler. Bizde en çok kullanılan kavramların anlamının başta onu çok sık kullananlar olmak üzere bilinmez. Yoklayın da görün. Son zamanlarda “faşizm”, “insan hakları”, “demokrasi”, “hümanizm” kavramları çok sık kullanılmaya başlandı. Kitap okumayanların kavramların anlamlarını, tarihteki seyirlerini ve kaydettikleri anlam değişmelerini, insanlığın anılarındaki yerini bilmeden anlayamadıklarını, düşünemediklerini gözlemliyorum. Bir de üzerinde düşünmediğimiz kavramları konuşmamızda kullanmıyor muyuz…

İdeolojik düşünülmeyecek!

İdeolojik düşünmek? Marjinaller? Ne bunlar? Kötü çocuk, hain vatandaş demenin yeni yolu mu? Her kimse kim, onlar da en az benim ve senin kadar bu ülkenin sahibi, yurttaş, yurdun ortaklarından biri. Parti başkanları kadar hakları var.

Belki de alfa politikacıların ideolojisine ters düşen kişilere öyle dedirtiyorlar.

Ülke üzerine düşünüldüğünde siyasi düşünce ortaya çıkar ve her siyasi düşünce ideolojiktir. 68'lilerin bir sloganı vardı: “Kimyasal olmayan her şey siyasaldır”. İdeolojik tavır, siyasal tavırdır. Siyasal sistemlerden veya kuramlardan birini benimsemektir. Erdoğan aşırı sağcıdır. Muhafazakâr demokrat değildir. Olabilir de, öyleyim demekle olmuyor, demokratik kültür farklı bir şey. Daha dün başbakan olarak mahkemenin verdiği karardan ötürü hakimleri ima yoluyla haşladı. Yasama emrinde, yürütmede kendisi var, yargı da malum. Hsyk...

İdeolojilerin kötü bir şey olduğu safsatası Evren rejiminin kitleleri siyasetten, ülke yönetiminden uzak tutmak niyetiyle kullandığı bir tez idi. Kendi işine geleni savunup yerleştirmiş, diğerleri için yoktur, diyor! İdeolojiler iyidir; fikrî disiplin sağlar, birikimden istifadeye yol açar vs... İdeolojiyle ilgili bilmemiz gereken tek olumsuzluk, ideolojiye "din imiş gibi" bağlanmanın ve dinden ideoloji üretmenin yanlışlığıdır.

Neyse, ideolojik tavır yanlış değildir. İdeolojik saplantı yanlıştır, bu bile tartışılabilir.

Marjinal? Bazılarının tavrı alışıldık değildir, ezberimizi bozar. Düzenimizi bozar, kızarız, zarar da verir. Bazıları yaramazdır. Bazıları öfkesini kontrol etmez, edemez. Suça yönelebilir. Kanunlarımız çok mu mükemmel? Belki onlar değil, kanunlar yanlıştır! Olamaz mı? Neyse ne, yargılanırlar ama vatandaş oldukları unutulmadan, suçun, günahın hepsini onlara yüklemeden.

Devlet vatandaşa kötülük yapabilir. Peki, vatandaşın kendisine hizmet etsin diye kurduğu devlete karşı eli armut mu topluyor, dersem abartır mıyım?

Sultan sofrasında bilim

Bilim özgürdür, itaat etmez, ederse bilim olmaz. Bilimin namusunu namuslu bilgin korur. Gerektiğinde itaat etmeyerek!

Cehalet ve bilim tarih boyunca kavgalı olmuştur. Bilimle kavgalı olanlardan biri de siyasi iktidarlardır. İktidarlar bilimi kontrol altına almak, yaptığı icraatleri bilime-bilginlere onaylatmak, noterlik yaptırmak isterler. Bilimin bunu yapması bilimin doğasına aykırıdır. Bilgin doğruya doğru, yanlışa yanlış demek durumundadır. Bilimde yükselişin olduğu dönemlerde iktidar ve cehalet genellikle bilime saygılı olmuşlardır. İlkçağda Sümer ve Mısır, Antik Helenler öyleydi.

Son bin yılın şafağında da öyle oldu. Araplar (İslam) bilimin özerkliğini sağladılar. Selçukoğullarının medreseye ve medresenin günümüz uygarlığına katkısı yükseköğrenim-bilimi yani üniversiteyi özerkleştirmek olmuştur. Bugün Batı üniversiteleri ve Batıdan alınma bizim üniversitelerimizin özerkliğini medreseye borçluyuz. Medresenin cehalete ve iktidara teslim edilmediği, bugünkü manada bilim yapıldığı zamanlar için söylüyorum, büyük ölçüde Selçukoğulları zamanıydı.

Medresede bilim yapılan o kısa zamanda bilim-iktidar ilişkisi çok net ve saygıdeğerdi: "Sultan sofrasına oturan âlimin fetvası ve şahitliği geçersiz" idi! Bilim-bilginler iktidarla hep mesafeli olmuştur, olmalıdır. Bilim doğası gereği anarşist olmak durumundadır da. Sürüleşmek, sürü gibi hareket etmek de bilim kişilerine yakışmaz. Bilimsel ve uygarlığa dair genel konularda ortak tavır göstermeyi ayrı tutuyorum…
 

Başkanlık

Bizde makam mevki peşindeki politikacılar başbakanlıktan sonra kâğıt üzerinde en üst makam olan Cumhurbaşkanlığını isterler. Oraya da çıkarlar. Ancak çıktıklarına pişman olurlar çünkü bizim Cumhurbaşkanımız İngiliz kraliçesi gibi yetkisiz ve güçsüzdür, formalite bir makamdır. Bazıları buna bozulup başkanlık istemeye başlarlar. Özal da öyleydi... Güç isteyenin başbakan olması lazım.

Bir Tüğk olarak…

Böyle konuşmaya utanıyorum ama söylemek zorundayım. Dün, Ermeni asıllı olduğu dar çevrelerde bilinen vatandaşlarımızdan biri televizyonda şöyle konuşuyordu: "Bir Tüğk olarak Ermenilere karşı yaptığımız soykırımdan utanç duyuyorum!"

Kardeş, ne yapmışız'ı hele geçelim, kimin adına kimden niye utanıyorsun?..

Yalnız olmadığı anlaşılıyor, epeyce itirafçı çıktı. Gerçi Selo itiraf etti ama gene de sorayım, bu adamın dedesini hanginizin dedesi öldürdüyse itiraf etsin, benim dedemi töhmet altında bırakmaya kimsenin hakkı yok. Öyle "devlet öldürdü" filan gibi muğlak konuşmayın, mert olun, anlatmıştır dedeniz. İtiraf edin! Yoksa bu Tüğk'ü deşifre mi etmeli?

Deli gömleği

12 Eylül darbesi ile darbe sonrası kurulan rejimi ayrı ayrı tartışmak gerekir.

Nato'ya girdiğimizden beri yapılan bütün darbeler ve ülkemizdeki operasyonların arkasında Nato, onun açık ve gizli örgütleri ve işbirlikçileri vardır. Bütün amaç Türkiye'yi batı ittifakı içinde tutmaya yöneliktir. Buna itiraz edilmeyebilir ama ülkemizin abat olmaması için her türlü kumpas yapılmaktadır. Türkiye batının rehinesidir. Buna itirazı olanlara deli gömleği giydirilmektedir. Evren, işbirlikçi bir Nato paşasıydı. Bu adam başından itibaren Özal ile birlikteydi ve her şeyi birlikte yaptılar, nedense Özal'ı unutturmaya çalışıyorlar! Bu ikilinin kurduğu ve şimdi Erdoğan tarafından sürdürülen düzen Türkiye'yi demokrasiden uzaklaştırmış, etnik ve dinsel sorunların demokrasi içinde çözümü engellenmiş, etnik sorunlar yüzünden on binlerce insan ölmüş, insanca yaşamamız için kullanabileceğimiz helal paramız teröre harcanmış, ülkemizin toplumsal dokusu tahrip edilmiştir. Evren-Özal ikilisinin kurduğu ve halen sürdürülen düzen ülkemizi birinci lig ülkeleri arasından koparıp Ortadoğu ülkeleri arasına itmiş ve ülkemizin geleceğini karartmıştır. Temel strateji bilim toplumu olmaktan çıkıp din toplumu olmak olarak belirlenmiş, ülke ortaçağa yuvarlatılmıştır. Daha şimdiden, hırsızlık ve ahlaksızlığı ayan beyan ortada olanların bile arkasında duracak ahlaksız, rezil bir kitle imal edilmiştir. İlmihal bilgisinin ötesine geçemeyen, şekil bağımlısı materyalist bir din anlayışı geliştirilmektedir.

Geçersiz oy

6 Haziran 2015 seçimlerinde bir milyonun üstünde seçmenin oyu iptal edilmiş. "Evet" mührünü parti yuvarlağının için vurmadıkları için. Yahu, üstten basmalı o zımbırtıyla halkanın içini tutturmak kolay mı? Basınca yana kaçıyor… Umumi helalarda görmüşsünüzdür, bu ülkenin vatandaşları kocaman tuvalet deliğini tutturamıyor... Bırakın vatandaşı, üniversite öğrencileri bile ilk dönemlerinde tuvaletin kenarına yapıyor, kırda-bayırda rastgele yerde tuvaletini yapmaya alışkın oldukları için olmalı. Kalkmış bir de buna seçim pusulasında o daracık yuvarlağın içine mühür bastırmak bekliyorsunuz… Ayriyeten, bu kadar çok yanlış yapılıyorsa, kabahati vatandaşta değil, düzende aramak lazım. Tabii, iptal edilenlerin muhalif partilere verilen oylar olup olmadığı da artık şüpheler dâhilinde olmalıdır.

Şehname

Firdevsi'nin Şahname'sinde (10. yüzyıl) en çok sözü edilen kişi Afrasiyab. Alp Er Tunga’ya Farsça Afrasiyab deniliyor. Afrasiyab Farsçada "Korkak Kişi" anlamına geliyormuş. İran kahramanı olan Zaloğlu Rüstem'i her gördüğünde korkup kaçarmış. İlginçtir çocukluğumda Oğuz Destanı’nı hiç dinlememekle beraber Zaloğlu Rüstem'in kahramanlık hikâyelerinden birkaçını dinlediğimi hatırlıyorum. Eskiden büyüklerimiz Şehname okuyor ve etrafa anlatıyormuş demek ki… Eskiden de Türk olmadan çok Fars ve Arap hayranıymışız demek… Şehname'yi okuma listeme alıyorum.

Belanı bul

Televizyonda bir görüntü; Libyalı bir adam. Eline Amerikan bayrağını almış ve kameraya "Obama tenk yu" diye bağırıyor, Obama’nın bayrağını öpüyor. Büyük Türk düşünürü İbo der ki; “Allah belanı verecek.”

Siyasetname kültürü

Devlet geleneğimizin şekillenmesinde siyasetnamelerin önemi büyüktür. Bu tür kitapların başında Selçukî veziri Nizam-ül Mülk'ün “Siyasetname” adlı kitabı çok önemlidir. Muhtemeldir ki devletin tepelerine çıkanlara gizli siyaset belgesinin yanı sıra Siyasetname de okutuluyordur. Zira bizimkiler Nizam'ın politikasını pek bir mahir kullanıyorlar. Geçmişi hatırlayın; birimizin iktidardan talepleri var, ilgisiz bazı kesimler hakkını arayanlara vurmaya başlar! Nizam ül Mülk politikasının özü, iti kurda kırdırmaktır. Hükümet halkı karşısına alırsa, istediği kadar güçlü ordusu olsun, kaybetmesi kaçınılmazdır. İktidar halkla dalaşacağına halkı ikiye böler ve birbirine düşürür. Onlar birbiriyle dalaşırken, iktidar, bir ona vurur, bir ötekine. Sözde hakemlik yapar. Böylece iktidar sürer gider…