1918 yılında Azerbaycan ve Dağıstan’daki kargaşayı durdurmak ve Bakü petrollerinin başkalarının eline geçmesini önlemek gibi gerekçelerle Azerbaycan'a göndermek üzere Osmanlı Devleti Kafkas İslam Ordusu’nu kurar. Genel Kurmay Başkanı Enver Paşa’dır. Birinci Dünya Savaşı zamanlarıdır ve Azerbaycan o sıralarda Rusya’nın işgali ve tehdidi altındadır. Azerbaycan aydınları da bu orduyu çok istemektedirler.

Enver Paşa hem bu istek hem de stratejik gerekçelerle orduyu hazırlatır ve zaferler kazanmış bir generali de kumandan olarak tayin eder. Fakat bir süre sonra Azerbaycan aydınları (muhtemelen Naki Keykurun?) Enver Paşa’yı ziyaret ederek kumandanın değiştirilmesini isterler. Enver Paşa tayin ettiği generalin üstün başarıları olan birisi olduğunu söyler. Azerbaycan aydınlarını ikna edemeyince gerekçelerini öğrenmek ister. Azerbaycanlılar kemkümden sonra gerçeği açıklarlar: Orduya kumandan olarak atanan general rakıyı çok içiyormuş! Bunu duyunca Enver Paşa gülmüş ve “ne var bunda yahu, adam olan içer” demiş. Sonra onlara sormuş, “siz içmiyor musunuz?”

Azerbaycanlılar “evet, biz de içiyoruz ama sizin kumandan sarhoş olmak için içiyor” derler. Enver Paşa kahkahalar atar. Sonra onlara sorar, “madem böyle sağlamcısınız, istediğiniz bir kumandan var mı, onu görevleyeyim,” der. Azerbaycanlılar “Nuri Paşa olsun” derler. Enver Paşa’nın kardeşi Nuri Killigil! Enver Paşa onun da iyi bir rakı içicisi olduğunu söyleyince, “biliyoruz ama o sarhoş olmak için içmiyor” derler. Sonuçta, Enver Paşa, uygun bulur ve Nuri Paşa’yı görevler.

Kaynağını unuttuğum yukarıdaki anekdota alkol kullanımı ve içki sosyolojisi-kültürü açısından bakmak istiyorum. Azerbaycanlılar, “biz, içkiyi hoşça vakit geçirmek için ve yeterli miktarda içiyoruz, sizinkiler sarhoş olmak için içiyor” demeleri yaygın bir gözlem ve bence de bir sorun. Türk içicisinin bir kısmı neden kıvamında bırakmıyor?

 

 

 

Türkiye’de içki kullanım biçimi konusunda karmaşık bir anlayış var. Toplumun bir kesimi "millî içki" rakıya methiyeler düzerken muhafazakâr kesim şiddetle karşı çıkıyor. Öyle ki içki içenlerin kişisel haklarını çiğneyecek, hadsizliğin ötesinde, onlara karşı düşmanca davranacak kadar keskin bir karşıtlık içindeler. Bu grup, ar, namus, hayâ, ahlaka aykırı şeyleri bile affedip, hoşgörü gösterebilirken, içki içeni hor görü tavrı takınacak kadar orantısız bir karşıtlık içindeymiş gibi görünüyor.

Kımız içilen bir kültürden geliyoruz. Divanü Lügati’t Türk’de kayıtlı bira (ağartgu) sözcüğüne bile sahibiz (Çetin, 2005). Ağartgu (ağartı) şerbet gibi, buğdaydan yapılan içki, bir çeşit buğday birası. Arak ve Çakır üzerine türkülerimiz var. Rakı içme adabı hususunda “Rakı Ansiklopedisi” (Komisyon, 2011) yazacak kadar hatırı sayılır bir birikime sahibiz. Anasonlu Türk rakısı dünya markasıdır ve boğma rakı biçimiyle Anadolu’nun birçok yerinde evde imal edilebiliyor. Rakıya “arak” da denilir. Arak, eski Türkçede “daha ince” anlamına gelen bir sözcük. Arapçada “ter”lemek anlamına gelirmiş (Zat, 2011, 12). Razaki üzümünden yapıldığı için zamanla “rakı” adına dönüştüğü rivayet edilir. Rakı, “aslan sütü” olarak da adlandırılıyor. Kırgızlar kımızdan yapılan bir içkiye de “arika” der (Zat, 2011, 20). Yine Kırgızlar kısrak sütünden mayalanan hafif alkollü kımızı içmeyenlere “mayası bozuk” der.

Eskiden şaraba çakır veya dolu (tolu) derlermiş. Dolu, dolu bardak anlamına geliyormuş. Eski Müslümanlar da içermiş. Şarap havuzlarında cariyelerle eğlenen halife sultanlar tarihte kayıtlıdır. İslamiyet’te bazı yasaklar sanki yasak değilmişçesine uluorta çiğnenir ya da kitabına uydurulurken din adamlarının alkollü içkiyi sert biçimde yasaklamaları dikkat çekicidir. Örneğin çalıp çırpmak haramdır ama fahiş kâr yapmak, sömürgecilik, soru çalmak, ihaleyi kendi adamlarına vermek, hazineyi kendi yandaşlarına, gönüldeşlerine pompalamak, hırsızlık ve talan etmeyi haramdan saymazlar. Karşı çıkanı göremiyoruz. “Küçük kusurdur onlar, Allah nasılsa affeder”, diyor olmalılar ki yapıyorlar, yapanı lanetlemiyorlar! Öte yandan bazı din adamları içki içeni neredeyse dinden kovacak oluyorlar; kendi dürüstlüğüne güvenemeyenlerin otorite perdesini yırtıyor olmalı.

Yine de tarihte Müslümanlar içkiye kapıyı aralamaya çalışmışlar. Kelime oyunlarıyla "içki içmenin değil, mayalı içkileri içmenin yasak olduğunu" ileri sürerler. Buna göre şarap mayalanan içki olduğu için yasak ama rakı damıtılan bir içki olduğu için haram sayılmaz. Elbette bunlar akşamcıların muziplikleri.

Kazakistan’da gözlemiştim; cenaze evinde ziyafet veriliyor ve mutlaka içki içiliyor. Bu içme âdeti Ruslardan kalma olanı değil. Bu âdetin altında, ölenin tabiata karışması, Tanrıyla buluşmasının güzelliğini kutlamak yatıyor, yani töre.

Demlenmek derdik, diyoruz; bir-iki kadeh atıp, insaniyette kıvama gelmektir. Çayı demleriz, Pilavın da pişmesi yetmez, iyi aşçılar bilir; dem alması gerek! Belki insan da öyle. Kişisine göre değişmekle beraber bir ya da iki kadeh içeni hoş eder, güzeltir. Bazı akşamcılar kadehi ”içelim güzelleşelim” diye kaldırırlar. Ancak bazı çiğler “içelim dağıtalım” derler ki iki kadehten sonra güzellik bulamayız. Bazılarında “şişede durduğu gibi durmaz”. Zira alkol bir maske indiricidir. İçen kişi kendi çıtasını aştığı zaman kontrolünü kaybeder. Böylece maskesini çıkarmış olur. Hani dışarıda görünmek istediğimiz şekilde görünmeye çalışıyoruz ya, işte ondan vazgeçer, olduğumuz gibi oluruz! Aslında alkol bizi dürüstleştirir! Bazıları maskesini çıkarınca maskeli halinden daha güzel görünür. Keşke hiç maske takmasa deriz. Bazıları ise çok çirkinleşir. Çok! Maskesinin arkasında iğrenç bir kişi saklıyormuş dedirten türden.

Birçok kültür içkiyi yasaklamak yerine içki içme adabını öğretir. Alkol almak telkin edilmez ama alınırsa sınırlarını bilmek öğretilir. Yol açabileceği olumsuzluklar, özellikler başka insanlara ve kendi beden sağlığına zarar vermemesi gerektiği anlatılır. “Tadında” olursa faydalı, ölçüyü kaçırınca basitlik durumuna düşüleceği anlatılır.

Bizde tadında içenler, kıvamında alıp dem tutanlar çoktur. Yine de Enver Paşa’nın eleştirildiği durumda olduğu gibi neden bizimkiler hoş olmak için değil de sarhoş olmak için içiyorlar sorusuna cevap verebilmiş değiliz. Bana öyle geliyor ki bu bizim milli içkimiz rakıdan kaynaklanıyor. Bir İngiliz bir kadeh viski alıp gevşeyebilir, hoş olur ve orada kalabilir. Bir Rus da aynı şekilde 50 gramlık bir votka alıp o günü savabilir ama aynı şeyi bir Türk rakı ile yapamaz. Rakı, bir kadeh içilip kalkılacak bir içki değildir.

Rakı bencildir; hakkının verilmesini, kendisine saygı duyulmasını ister. Birkaç saat ayırıp birkaç kadeh devirmeyi telkin eder. Rakının da kendince görevleri var ve onu yerine getirmek için kendine alan açılmasını ister. İster ki insan, iki kadeh atıp sosyal baskının perdesini yırtıp özgürlüğü hissetsin, günün yorgunluğunu, gerginliğin atıp gevşesin, yaşam sevincini duyumsasın, kendini olduğundan daha güçlü ve muktedir hissedip farklı bir pencereden, farklı bir bakışla dünyaya ve olaylara baksın... Aradan bir de olsa, bunlar insan psikolojisine iyi gelir. Rakı, öyle tek başına iki yudum alınarak görevini yerine getiren bir rehabilitasyon içeceği değildir. Biz Doğu toplumuyuz, ilişkilerimiz birincil niteliktedir, yüzyüze olmamız gerek, konuşarak, muhabbet ederek dem tutmak kültürümüzün, adabımızın bir gereğidir.

Öte yandan rakıyı tek kadehte tamamlayanlar da oluyor. Bir toplantı yemeğinde aynı masaya oturduğumuz Rus akademisyen Türk rakısı içti. Rusya’da da Türk rakısı içiyormuş. Tadını ve kokusunu seviyormuş. Onların "milli içkileri" votka ile rakıyı karşılaştırmasını rica ettim. Türkçe olarak, “rakı padişahtır, votka vezir!” dedi, Türk rakısı üzerine konuşurken Rusların bugünkü Rusya’yı borçlu oldukları devrimci çar Büyük Petro’nun favorisinin de Türk rakısı olduğunu ve Türk rakısı içtiğini öğreniyoruz. Vardır bir bildiği, deyip geçiyoruz.

 

Devletin alkol yasağı

ABD’de 1920-33 yılları arasında bazı eyaletlerde alkol üretmek ve tüketmek yasaklandı. Karaborsa ve mafya patladı. Al Capone gibi adamlar o dönemin ürünüdür. ABD yasağı kaldırmak zorunda kaldı. İran’da da içki yasak ama neredeyse her ev içki imalathanesine dönüşmüş durumda. Yabancı ünlü içki markaları da bulunabiliyor, sadece çok pahalı.

Türkiye’de de yıllar içinde alkol yasakları abartılı bir disiplin içine sokuldu. Benim gençliğimde çarşı pazar her yerde alkollü içkiler satılabiliyor, kahvehanelerde rakı olmasa da, gazoz içer gibi bira içilebiliyordu. Şimdi çok dar alanlarda içilebiliyor, her yerde satılmıyor vb. Sık sık polis ve zabıta kontrolleri… İçkiyle ilgili muazzam büyüklükte bir mevzuat oluşmuş durumdadır.

İçki ruhsatlı mekân açmak o kadar yokuşa sürülüyor ve sınırlı sayıdaki alkol ruhsatlı yerler vergiler yüzünden o kadar pahalı ki, insanlar içki içilebilecek medeni ortam bulamaz oluyor. Vatandaşı, kırda, dağda bayırda, otomobilde, parkta, bahçede, uluorta alkol almak zorunda bırakmak bir devletin yapacağı hoş bir durum değildir. Bu yasak, içince farklı bir boyuta geçen insanları göz göre göre küçük düşürmek yoluyla insan haklarına aykırıdır ve insana saygısızlıktır.

 

Bonzai Teşviki

Alkol kullanımını yaygınlaştırmanın mankurtlaştırmada bir ateş suyu olduğunu yazmış birisi olmanın vicdan rahatlığı içinde (Çınar, 2003) yasakların şiddeti ve işi yokuşa sürmenin amacı aştığını üzüntüyle görüyorum. Alkol karşısında yasaklar ve kültürel engeller dışında ekonomik tedbirler de alınmış durumdadır. Öyle ki muhtemelen benzin ile alkolü dünyada en pahalı kullanan toplumuz.

Alkol kullanımını yokuşa sürmenin amacını aştığını ve tersinden büyük bir kötülüğe yol açtığını gözlemekteyim. İfrat-tefrit dengesi bozulmuştur. Alkolün bu kadar yüksek bedelle satılması, onları ikame eden uyuşturucu maddelerin kullanımını artırdığını düşünenlerdenim. Birkaç kadeh içip hevesini alıp, merakını giderip alkol penceresini kapatabilecek veya alt düzeyde sürdürebilecek bir genci uyuşturucu bağımlısı yapmak nasıl bir akıl, nasıl bir vicdandır? Keza, aşırı yüksek fiyatlandırma yüzünden merdiven altlarında sağlıksız koşullarda üretilen sahte içkileri tüketmeye zorladığımız yurttaşlarımızın ne kadarının zehirlenmesine veya ölmesine sebebiyet verdiğini, bunu tezgahlayan ve savunan sosyal politika mühendisleri biliyor mu ve sorumsuzluklarının farkında mıdırlar?

Alkol üzerinde devletin sosyal kontrol çizgisini çoktan aştığını düşünüyorum. Böyle sosyal-ekonomik düzenleme olmaz. Çocukları alkolden uzak tutmayı, alkolün teşvik edilmemesini hatta alkole erişimin bir miktar yokuşa sürülmesi anlaşılabilir ancak durum bunun çok ötesine geçmiş durumdadır.

Devletin, gençlerin terbiyesinin asıl sorumlusunun aileleri olduğunu hatırlayıp artık alkol üzerindeki bu abartılı yasakçılığını gevşetmek zorunda olduğunu söylemek durumundayım. Devletin attığı taş kurbağayı ürkütmekle kalmıyor, kurbağaları da gölü de kurutuyor! Bu koşullar altında, bir genç, yüz lira verip bir şişe rakı almak yerine üç liraya bonzai denilen ecza hapına benzer maddeyi kolaylıkla temin edebiliyor. Rakının bunca pahalı iken bonzai denilen insanlık düşmanı hapın onca ucuz ve kolayca temin edilebilmesi düşündürücüdür! Bu durum, genellikle yoksul gençler için haince bir tezgâh, iğrenç bir komplodur. Bonzai denilen şey esrar afyon gibi değil, daha tehlikeli. Sentetik haplara bağımlı olanlar tedavi olamamakta, olsalar bile o ilaç kullananların bedenlerinde onarılamaz tahribata yol açmaktadır. Devlet içki yasağı peşinde koşacağına, asıl, insan onuruna yakışmayan ve gençlerimizin sağlığını perişan eden o hapın dağıtımını engelleyebilmelidir.

 

Kültürel engeller

Osmanlı döneminde en çok okunan nasihatnamelerden birisi Keykavus'un Kabusnâme adlı eseridir. Orada nasihat eder, "Ey oğul, şarabı ne iç diyebilirim ne de içme diyebilirim. Zira yiğit kişiler başkasının sözüyle amel etmezler... Yiğitken bana dahi çok söylerlerdi, ben dahi kabul etmezdim. Elli yıldan sonra içmez oldum. İçmezsen iyidir, Tanrı teâlânın hoşuna gider. İçersen bari aç iken içme. Cigergûşem, içerden ikindiden sonra iç, tâ sen serhoş olunca akşam olmuş olur, halk seni sarhoş görmemiş olur... Çerezhor olma, az ye. Kırda-bağda içme, evinde iç. Ceht et ki sarhoş olmayasın. Sarhoş oluncaya kadar içme ki eve varıncaya kadar rezil rüsva olmayasın... Eğer sarhoş olursan sabuh etme, yani sabah baş ağrısını gidermek için bir kadeh daha alma. Alırsan da az al. Bir de Cuma gecesi şarap içmeyi adet etmeyesin. İnşallahu teâlâ." Keykavus doğru bir poolitika izlemiş. Bizimkiler kulaklarına küpe etseler yeridir, ecdat öyle diyor ne de olsa.

Ravendî, Anadolu Selçuklu döneminde parlamış, İranlı bir tarihçidir. Hanefi fıkhı eğitimi almıştır. Bu makale açısından “Rahat-üs-Südur ve Ayet-üs-Südur” (Gönüllerin Rahatı ve Sevinç Alameti) adlı kitabında yazdıkları önemlidir. Kitabı 1. Keyhüsrev’e takdim edip onun koruyuculuğuna sığınmıştır. Kitabında özellikle alkollü içki üzerine yaptığı değerlendirme ilginçtir. İçkiye toptan karşı çıkan Sünni dini çevrelere rağmen o yine dini kaynakları kullanarak alkollü içkiler için kapıyı aralamıştır. Hadis ve Halifelerin söz ve davranışlarına ilişkin rivayet kaynaklarını kullanarak alkol almanın değil, sarhoş olmanın dinen yasak olduğunu, çünkü sarhoş olunca insanın kötü işler yapma ihtimalinin arttığını, dinin ise insanı kötülükten men ettiğini, kötülük yapmayacak kadar içip aklıselim olmanın bir mahsuru olmayacağını ileri sürer ve güvenilir olarak nitelediği kaynaklarla bu görüşünü destekler (Oğuz, 1997: 191-199).

Ravendî, kitabının “İçki hakkında bir fasıl” başlığı altında görüşlerini açıklar. Ona göre savaştan ve eğlenceden kaçınılamayacağına göre bunları şeriata uygun hale getirmek gerekir. Örneğin şarap yapan ve sunanlara hatta içenlere vebal gelmemesi için şarap içenlerin bunu şeriata göre içmesi gerektiğini söyler.

Ravendi, hadis rivayet eden birkaç kitapta birden yer alan olayları aktarır. Söylediği şudur: Dinen yasak olan durum, içkinin aklı örtmesidir (hamir). Aklı örtmeyecek kadar içilirse yani sarhoş olmayacak kadar alınırsa bu yasağa takılmış olunmaz. “Sarhoş olacağından korktuğun zaman bırak” ilkesi… Bir de Hz. Ömer’den rivayet aktarır. “Rivayet edilir ki bir bedevi, Hz. Ömer’in çömleğinden nebiz (hurma şarabı) içip sarhoş oldu. Hz. Ömer (Allah ondan razı olsun), ona şerî kırbaç cezası vurdu. Bedevi, Ömer’e, ‘Ben senin kabından içtim’ dedi. Emir-el mü’minin cevap verdi: ‘Ben senin içmene değil, sarhoşluğuna ceza verdim’

Ravendi, Fergani’yi de kendisine tanık tutuyor.  Fergani’ye göre de ibadet için kuvvet kazanmak, küffara karşı gaza yapmak maksadıyla yapılırsa veya yemekler iyi hazmedilsin diye içiliyorsa caizdir. Eğlence, keyif ve sarhoşluk için içiliyorsa haramdır, der. Kısacası Selçuklu sultanına alkol almayı makul sınırlarda kalmak kaydıyla cevaz verir. Selçuklu sultanlarının şarap içtiklerini biliyoruz. Ravendi’nin yaptığı, bunu müsterih biçimde içmeyi sağlamak olmuş olmalı.

Nasirüddin Tûsî de “Ahlak-ı Nâsirî’” adlı kitabında görgü, edep ve ahlakın çeşitli yönlerini sıraladıktan sonra şarap içme adap ve ahlakını da açıklama gereği duymuştur. İnsanlar madem içiyor, bunu adabınca yapsınlar, hükümdar madem içiyor bunun olumsuzluklarını kontrol ederek içsin, istiyor.

 

 

 

İçki masalarında kadehler hep alkış (dua) için kalkar, kargış (beddua) için değil! Kadehler sağlığa, mutluluğa, şerefli olmaya kaldırılır. Gürcistan köylerinde gözlemiştim: İçmek adeta dini bir tören gibiydi. Kadeh kaldırmak ise dualama merasimi. Kadehi kaldırınca, "Allah sana sağlık, sıhhat versin, eşinle bir ömür mutlu olasınız, dünyada güzellik olsun, Allah iyilere fırsat versin, kötülerin elini kolunu bağlasın" gibi bir dualama ve arkasından kadeh tokuşturma... Kadehi niye tokuşturduklarını soruyorum. "Allah'ın emri böyle" diyor, farz! Espri yaptığını düşünüyorum. Ciddiyetini görünce şaşırıyorum, açıklıyor. Onların dinince Allah, "Çalışın, verdiğim nimetleri yiyin, için, mutlu olun ve eğlenin. Eğlenirken kadehleri birbirine vurun, kadeh sesini işitince kullarım mutludur diye ben de sevineyim" diye buyurmuş. "Çınçın sesi kutsal bir sestir." diyor ve ekliyor, "aynı Allah'a inanıyoruz". Ben bundan pek emin olmadığımı, bizim imamların bize farklı anlattığını söylüyorum... Sözü değiştirip, "Allah dünyayı güzelleştirenlerin yolunu açık etsin" deyip “iyi insanlara” kadeh kaldırıyor. Azerbaycan’da da şirinlik yapmak bir gelenek. Kadeh kaldıran kişi güzel dileklerin olduğu kısa bir konuşma yapar ve kadehi öyle kaldırır. Sonra bir başkası başka bir güzelliği, özlem veya dileği dile getiren bir konuşma yapar ve meclistekileri selamlamak için kadeh kaldırır, böyle devam eder.

Bu yazıyı hazırlamak için katıldığım 7-8 kişilik bir grubun içki sofrası edep erkân öğretimi yapılan bir irfan meclisi gibiydi. Sofranın başında gruptaki statüsü yüksek olan kişinin konuşmaları hikmet doluydu ve kendimi Dede Korkut meclisindeymiş gibi hissettim. Sululuk bir yana herkes hikmet yarışındaydı adeta ve az kalsın alkolün zihin açıcı olduğunu düşünecek oldum. İçki su gibi akmadı sadece sohbete eşlik etti. Oturulduğu gibi ama biraz daha neşeli kalkıldı sofradan.

 

Bekri Mustafa

Bu yazı ceddimiz Osmanlı’nın Bekri Mustafa’sını anmadan bitmemelidir. Bekri Mustafa IV. Murat döneminde yaşamıştır. O zamanlarda insanlar içki, afyon, kahve ve hatta kahvehanelerin dahi yasak olduğu bu kurallara uymayanların kellelerinin alındığı zamanlar… Asıl mesele insanların içmesi değil, bir araya gelmesi, toplanması ve siyaset yaparak yönetimi eleştirmeleridir. Yönetimin önlemeye çalıştığı siyasi eleştiridir! Toplanmak ve alkollü içki içmek yasaklanır. Fakat Bekri Mustafa buna rağmen sürekli içen birisidir.

IV. Murat yasaklara uyulup uyulmadığını kontrol etmek için tebdil-i kıyafetle gezermiş o zamanlarda. Bekri Mustafa'yla tanışması da şu şekilde olur:

Bir gün veziri ile beraber biner kayığa, denizde biraz açılırlar. Fakat bakar ki kayıkçı bir testi çıkarır başlar içkisini içmeye. Tabii ki buradaki kayıkçımız da Bekri Mustafa'nın bizzat kendisi oluyor. IV. Murat, Bekri Mustafa'ya;

-Uzat testiyi de ben ve arkadaşım da içelim der.

Ama Bekri Mustafa başta karşı çıkar.

-Sizin gibi beyzadeler bunu içemez su değil bunun içindeki rakıdır. Hem beni hem kendinizi yakarsınız der.

Sonra ısrar üzerine dayanamaz uzatır testiyi padişaha. Padişah bir yudum içer sonra testiyi vezirine verir ve sorar;

Padişahtan korkmuyor musun sen? diye.

-Korkarım ama padişah içkiyi karada yasakladı. Denize kim bakacak? Beni burada kimse görmez der.

Padişah bunun üzerine;

Peki ya ben haber verirsem ne olacak? diye sorar.

-Veremezsin, sen de benimle beraber içtin ikimizin de kelleleri düşer.

En sonunda padişah dayanamaz.

-Peki ya ben padişah yanımdaki de Bayram Paşa ise der.

Bekri Mustafa bırakır kürekleri elinden ve basar kahkahayı.

-Ben demedim mi size göre değil bu diye. İki yudum rakı içtiniz biriniz padişah biriniz vezir olmaya kalktınız. Bu tatlı dili sayesinde kurtulur kellesi Bekri Mustafa'nın.

 

Rakı İçme Adabı

Rakı nasıl içilir? Her bir işin adabı vardır. “Milli içki” olan rakıyı içmenin de bir yolu, yöntemi, yakışan hali olmalıdır. Rakı kültürümüz bunu da üretmiştir.  İnternette bulduğum, yazanın adını yazmadığı, rakı adabının bir kısmını buraya aktarıyorum:

- Sarhoş olunmaz.
- Konuşulan masada kalır, kayıt not tutulmaz.
- Fotoğraf çekilmez, dışarıdan çekene kızılmaz.
- Telefonla konuşulmaz, çalarsa “rakı içiyorum” der kapatılır.
- Telefonla oynanmaz masaya iPhone, Blackberry konulmaz.
- Muhabbette “biçem”, “izlek”, “imgelem” gibi kelimeler kullanılmaz.
- Kadınlar silip oturur; rakı bardağında ruj izi olmaz.
- Lüzumsuz şirin olunmaz.
- Rakıda hızlı gidene karışılır, yavaş düşene karışılmaz.
- Argo konuşulur, asla küfür edilmez.
- Hey, hişt, pişt gibi ünlemler kimseye kullanılmaz.
- Memleketi herkes meşrebine göre kurtarır, karışılmaz.
- Yemek değil meze tırtıklanır, karın doyurulmaz.
- Şalgam suyu, soda, ayran yanına konur içine konmaz.
- Masada kitap, dergi, hele laptop asla bulunmaz.
- İsteyene Zeki Müren, isteyene Giuseppe Verdi sırayla dinlenir.
- Müzik duyulacak kadar açılır, bağırtılmaz.
- Hüzün ve neşe kardeştir masada.
- Masada ağlanmaz, ağlayan varsa konu değiştirilir, avutulmaz.
- El kol fazla hareket etmez.
- Tartışılır, kalp kırılmaz.
- Aynı anda konuşulmaz, söz kesilmez.
- Masaya sigara dumanı üflenmez.
- Bir rakı içilirken başka marka övülmez.
- Rakı masasında sessizlik olmaz.
- Zırt pırt tuvalete gidilmez.
- Azıcık uçulabilir ama yalan dolan olmaz.
- Biradan başka cila olmaz, cila birası bir küçüğü geçmez.
- Rakı sonrası kahve, şekerli içilmez.
- Rakı yalnız içilmez, meyhanede bile biri eşlik eder.
- Garsona rakı doldurtulmaz.
- Rakıdan önce su, sudan önce buz konmaz.
- Rakı sek içilmez, fondip yapılmaz.
- Güneş tepeden inmeden önce rakı içilmez.
- Büyük konuşanla rakı içilmez.
- Çok konuşanla rakı içilmez.
- Sessiz duranla rakı içilmez.
- Şakadan anlamayanla rakı içilmez.
- Rakı sofrasında iş dedikodusu yapılır, iş konuşulmaz.
- Küllüğe limon kabuğu, zeytin çekirdeği konmaz.
- Bardak boş bekletilmez, bardak seni hasretle bekler
- İzinsiz masadan tuvalete dahi kalkılmaz.
- “Şerefe”, yeterlidir, kadeh tokuştururken yaratıcı olunmaz.
- Garsona ya da yanındakine balık ayıklatılmaz.
- Personele ve mekân sahibine hatır sormadan rakıya başlanmaz.
- İçi görünmeyen kadehte rakı içilmez.
- Boğaza, yeleğe peçete takılmaz, dize peçete konmaz.
- Hiçbir durumda ve fikirde ısrar edilmez.
- Racon kesilmez.
- Muhabbette ukalalık, kıskançlık olmaz.
- Rakı sofrası süslenmez.
- Yan masanın muhabbeti dinlenmez.
- Başka masaya ve birine uzun bakılmaz.
- Masadan kopuk muhabbet edilmez.
- Çiftler el ele tutuşmaz, oynaşmaz.
- Sallanan masada içilir, sallanan insanla içilmez.
- Bunlar kendiliğinden olur, kasarak yapılmaz.

- Hepsinden önemlisi, bir kadınla içiyorsan, asla sarhoş olunmaz. Hesabını kitabını öyle yapıp içeceksin. Kadın sana güvenip sarhoş olabilir, onu adam gibi taşıyacak olan sensin!

Son söz baba erenlerin düsturu olsun: Masaya nasıl oturdunuz ise öyle kalkınız!

 

Kaynakça

Çetin, Engin. 2005. “Divanü Lügati’t-Türk’teki Yiyecek ve İçecek Adları ve Bu Adların Türkiye Türkçesindeki Görünümleri.”  Ç.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Cilt 14, Sayı 2. Ss 185-200.

Çınar, İkram. 2003. Mankurtlaştırma Sürecinde Ateş Suyu Etkisi. Eğitişim Dergisi. Sayı 4. http://www.egitisim.gen.tr/tr/index.php/arsiv/sayi-1-10/sayi-4-kuresellesme-ve-egitim-kasim-2003/39-mankurtlastirma-surecinde-ates-suyu-etkisi

Oğuz, Burhan. 1997. Türk Halk Düşüncesi ve Hareketlerinin İdeolojik Kökenleri. Cilt 2. İstanbul: Simurg Kitapçılık ve Yayıncılık. S. 191-199.

Keykâvus. 2006. Kabusnâme. (Çev. Mercimek Ahmet) Gözden geçiren Orhan Şaik Gökyay. İstanbul: Kabalcı Kitabevi.

Komisyon. 2010. Rakı Ansiklopedisi. İstanbul: Overteam Yayınları.

Zat, Vefa. 2011. Biz Rakı İçeriz: Rakının Geçmişi ve Bugünü. İstanbul: Overteam Yayınları

 

You have no rights to post comments