Cengiz Aytmatov’un “Gün Olur Asra Bedel” romanını okuduğumda mankurt kavramını ilk orada duymuştum. Daha sonra o yıllarda Kazakistan’dayken televizyonda “Mankurt” adlı bir film izlemiştim. Bu filmin Aytmatov’un eserinden esinlendiği aşikârdı. Türkmenistan-Türkiye ortak yapımı olan bu film, 1988 yılında çekilmişti. Ben de onu o yıllarda, henüz daha lise son sınıf öğrencisi iken izlemiştim. Ben bu filmin Türkmenistan’da çekildiğini ve başrollerdeki aktörlerin de Türkmen olduklarını düşünüyordum. Türkmenistan-Türkiye ortak yapımı olduğunu Türkiye’ye geldiğimde öğrendim ve çok şaşırdım…

Konumuz bu iki ülkenin ortak yapımı olduğu değil tabi ki ama hissettiklerim beni bunları yazmaya itti.  Bu filmden çok etkilendim. Sanki bu filmi daha dün izlemiş gibiyim ve o filmi aklıma getirdikçe pek çok sahnesi anında zihnimde canlanıveriyor: zavallı annenin çırpınışları, oğlunu özüne getirme çabaları, oğlunun hafızasının yerine gelmesi için kendisine ailesinden söz etmesi, çocukken söylediği şarkıları mırıldaması ve daha neler neler… Öte yanda acı çeken bir genç, hafızasını kaybeden bir köle, öz annesini reddedecek kadar efendisinden korkan bir mankurt… Bu filmden etkilenmemek elde değildi. Fakat burada söylemek istediğim ya da değinmek istediğim şey başkadır. Gerek Aytmatov’un bu eserini okuduğumda gerek bu filmi izlediğimde yaşananların sadece bir efsane, büyükler için sinemaya taşınmış bir masal olduğunu düşünmüştüm. Yazarın bu efsaneyle ne anlatmak istediğini de tam anlamıyla anlayamamıştım. Ta ki Türkiye’ye gelip de Rusların biz Türk toplumlarına uyguladıkları siyaseti öğrenene kadar…

Ben, 1992 yılına kadar Kırgızların veya Kazakların veya diğer Türk toplumların birbirinden ayrı birer millet olduklarını düşünüyordum. Böyle düşünmem elbette ki doğaldı. Çünkü Rusların siyaseti, Rusya’nın görmek istediği manzara buydu. Sovyetler zamanında aramızdaki kan bağımızı koparmayı başarmışlardı. Bizi birbirimizden ayırmışlardı. Oysaki biz güçlü bir toplumduk. Çünkü kökümüz eski tarihlere dayanmaktaydı, çünkü bizim milli ve manevi değerlerimiz köklü bir tarihe bağlıydı, çünkü dilimiz dünyada köklü dillerin arasında ilk sıralarda yer almaktaydı. Ne yazık ki biz bunların farkında değildik. Tarihimizden, ecdadımızdan, kendi toprağımızdan, tüm milli ve manevi değerlerimizden uzaklaştırılmışız, öz benliğimizi unutmuşuz, mankurtlaştırılmışız.

Sürgün edilmiş bir toplumun bireyiyim. Ana dilimde eğitim görmedim, daha da kötüsü ana dilimi hiç konuşmadım, tarihimizden haberdar değildim, sürgün öncesinde ecdadımın yarattığı o zengin edebiyatın varlığını duymadım bile. Başka bir medeniyetin ruhunu, kültürünü, dilini benimsedim, başka bir milletin mahkûmu oldum. O filmdeki mankurt gibi…  

Rus halkının tarihini okurken hep gıpta etmişim: Kahramanlıklarla dolu tarih kitapları... Sayfalarca kahraman isimleri… Neden bizim kahramanlarımız yok diye düşünür ve üzülürdüm. Bir kahraman çıkarmaktan, bir lider yetiştirmekten bu kadar mı aciz bir toplumuz, diye kahırlanırdım. Böyle bir kanıya varmam elbette ki Rus kaynakları okumamdan kaynaklanıyordu. Oysaki bize aksettirilmeyen, bize gösterilmeyen manzara bambaşkaydı. Meğer bizim de kahramanlarımız, bizim de liderlerimiz vardır. Ruslar onları tarih sayfalarında hep arka planda bırakmıştı.

Ege Üniversitesinde eğitim gördüğüm sırada, Ömer Faik Nemanzade’nin adını duydum. Hatta hakkında Azerbaycan’da bir kitabın yayınlandığını öğrendim. Bir gün değerli hocam Prof. Dr. Yavuz Akpınar bu kitaptan söz etti. Okumam için de bu kitabı bana verdi. Kitabı verirken Nemanzade’nin Ahıskalı olduğunu söyleyince hem çok şaşırdım hem de çok gururlandım. Kendi kendime “Demek ki bizim de liderlerimiz vardı. Bizim de kahramanlarımız vardı.” dedim. O güne kadar diğer toplumlar karşısında kendimi çok aciz gören ben, göğsümü kabartıp Ahıskalı olduğumdan mutluluk duymaya başladım.  

Şüphesiz ki kimliğim konusunda kendimde büyük boşlukları hissediyordum. Tarihimizi bilmiyordum, ana dilimi konuşamıyordum, maddi ve manevi değerlerimin farkında değildim. Kısacası bendeki köklerin kurutulduğunu hissediyordum. “Ben Türküm!” demekle iki adım öteye gidemiyordum. Bir gün bir yazıda okuduğum ve çok etkilendiğim “Güçlü toplumları ayakta tutan kökleridir.” sözünü zihnimin bir köşesine kodladım ve üniversite öğrencisiyken Ahıska konusunu araştırmaya, incelemeye, köklerime inmeye karar verdim.

O yıllarda Ahıska konusunda yazılmış eserlere ulaşmaya gayret ettim. Ne yazık ki bu konuda kaynaklar çok az ve yetersizdi. Tarihimizin sürgün öncesi ve sonrasında büyük boşluklar oluşmuştu. Bu boşluğu tamamlamak için bu olayları bizzat yaşayan ve hala hayatta olan canlı tanıklara ulaşmaya çalıştım. Pek çok şeyi onlardan öğrendim. O günlerden bu yana canlı tanıklarla görüşmelere devam ediyorum. Son iki yıldır görüştüğüm canlı tanıklarımızdan biri de 1932 doğumlu 1944 yılında Ahıska Persa köyünden Özbekistan’a sürgün edilen ve bugün Bursa’da ikamet eden İbrahim Safarov’dur. Bir ay öncesinde eşimle birlikte kendisini ziyaret ettiğimde bize Ahıska konusunda gazete kupürlerinden, el yazması notlarından oluşturduğu arşiv belgelerini vermişti. Bu belgeler arasında dikkatimi çeken bir yazı vardı. Yazıyı kaleme alan Fahritdin Bayramov’dur. Rus dilinde yazılmış olan bu yazı, Osman Server Atabek hakkındaydı.

Osman Server Atabek, Türk tarihinin, Türk teşkilatçılığının, Türk vatanseverliğinin bir sembolü haline gelmiş önemli bir siyaset adamıydı. İyi eğitim almış, halkına ve ülkesine faydalı olmuş bir şahsiyet idi. Türk istiklal savaşında, Ahıska-Posof bölgesindeki Türk-Gürcü savaşlarında bir kahraman olarak mücadele etmiş ve Türk İstiklâl Savaşı’nda göstermiş olduğu kahramanlığından dolayı İstiklâl Madalyası’na layık görülmüş örnek bir önderdi. Kısacası Server Atabek, Türk tarihinin bu bağlamda da Ahıska tarihinin önemli kahramanlarından biridir. Hak ettiği yeri tarih sayfalarında almalıdır. Ahıskalılar arasında da tanınmalı, gençlerimize örnek olmalıdır.

Hakkında çok şey yazılır. Amacımız okuyucuların bizim ağzımızdan değil Fahritdin Bayramov’un kaleminden öğrenmeleridir. Çünkü bu yazı, literatürde yer almayan bilgileri de içermektedir. En azından şahsi görüşüm budur. Eminim ki bu yazı sizlerin de dikkatini çekecektir. Sözü uzatmadan Rusçadan Türkçeye çevirdiğim bu yazıyı siz okuyuculara sunuyorum.

 

KAHRAMANLARIMIZIN TARİHİNDEN

Osman Server Atabek (Server Bek) (1886-1962)

Yazan: Fahritdin Bayramov (21 Ocak 2001)

Çev. Minara Aliyeva Çınar

“Kadim Atabekler sülalesinden Osman Server Atabek, 20 Ağustos 1886 tarihinde Türk şehri olan Ahıska’da, kendi malikânesinde dünyaya geldi. Kolej (o dönemde jimnazi) mezunu olan annesi Zeynep Hanım, Doğu dilleri profesörü Feyizhanoğlu Hüseyin Efendi’nin kızıydı. Atabek, ilköğretim eğitimini hemşerisinin evinde, ünlü bir öğretmen, halkın öncüsü olan Ömer Faik’ten aldı. 1895 yılında Tiflis’te hazırlık sınıfında, daha sonra Rus Real kolejinde okudu ve almış olduğu bu eğitimi dokuz yıl içinde, yani 1904 yılında tamamladı. Server, küçük yaşta babasını kaybedince annesinin erkek kardeşleri himaye altına almışlardı. Osman Server 1904 yılında St. Petersburg Yüksek Kimya Mühendisliğini kazanır ve iki yıl sonra mühendis unvanını alır. 1906 yılında Almanya’ya gider. Eğitimine Saksonya’da bulunan Freiburg şehrinde devam eder.         

İki sene sonra Maden ve Mesaha (Kadastro) Mühendisi diplomasını alır. Ardından Polonya Breslav Yüksek Ziraat Üniversitesinde eğitiminde devam eder ve 1911 yılında Ziraat Mühendisi unvanını kazanı. Daha sonra eğitimine St. Petersburg’da devam eder. Bu kez St. Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesine girer. Fakat o yıl, 1914’te savaş başlar ve Server evine dönmek zorunda kalır. Bir yıl sonra o, tekrar St. Petersburg’a döner ve eğitimini tamamlayarak emeline ulaşır.

O yıllarda Server’i evde neler beklediğini, kendisi henüz bilmiyordu. Yıl 1916 idi.

1917 yılında Rusya’da büyük olayların gerçekleştiğini hepimiz biliriz. Önce Şubat, ardından da Büyük Ekim Devrim’i gerçekleşiyor. Sovyet hükümeti kuruluyor. Komünist Partisi (Bolşevikler) Sovyet yönetiminin güçlendirilmesi için mücadele ediyor. Halk düşmanları eski düzeni geri getirmek için çabalıyor. Leninist parti, Marksizm-Leninizm’in fikirlerini her yere yaymak için mücadele ediyor. Zayıflayan Çar ordusu pozisyonunu kaybediyor. Ülkede tutuklamalar başlıyor. Aydın kişiler hapishanelere atılıyordu. Kilise ve kilise yöneticileri, cami ve imamları tasfiye ediliyor, beyin gücüne sahip olan insanları, bazı halkların tüm bireyleri uzak bölgelere tahliye ediliyor, her yerde raskulaçivaniye[1] gerçekleşiyordu. Ekim’in soğuk rüzgârı bizim diyarlara, yani Ahıska bölgesine de esti. Rusya’ya bağlı olan bu bölgeyi Gürcüler kendilerine dâhil etmek, Türkiye’den o bölgeye göç eden Ermeniler o bölgede kendi egemenliğini kurma içerisinde, güçsüz duruma düşen Çarlık Rusyası ise topraklarımızı kendi elinde tutmaya çalışıyordu. Bu bölgenin yerli halkı olan Türkler ise üç taraftan da sıkıştırılmış durumda kaldı. İşte hal böyleyken Server Bek evine dönüyor. Kelimenin tam anlamıyla eğitimli, aydın bir insan olarak dönüyor. Osman Server Bek gelir gelmez halkını korumak için mücadeleye başlıyor.

Şubat Devrimi’nin ardından Bakü İslam Cemiyeti Başkanı Sultanzade Hüsrev’in referansı üzerine Osman Server, Azgur, Ahılkelek, Ahıska, Hırtız ve Koblıyan yerleşim bölgesini kapsayan Milli Yerel Teşkilatı’nın başına geçiyor. O, 1917’in sonbaharında Çar Ordusundan dönenlerin silahlarıyla Türkleri donatmaya çalışıyordu. Azgur’un gençleri ve yerel gönüllü askerler, Azgur geçidini kapatarak, Tiflis’e doğru geri çekilen Rus askerlerinden silah ve mühimmatı ellerinden alıyor. Bölgeyi kuzeyden Gürcülere, Ahılkelek’te yaşayan Ermenilere, Kars’taki daşnaklara[2] karşı korumak gerekiyordu. Saygın, entelektüel, eğitimli bir insan Mühendis Server Bek, babasından miras kalan binlerce lirayı harcayarak milli teşkilat için silahlı bir düzen kuruyor. Posoflulardan milis timi oluşturuluyordu. O, Ahılkelek ve Ahıska bölgesinin savunulması için insanları örgütlenmeye davet ediyordu. Bundan dolayı 1917 yılının sonunda Atabeklerin tarihi vatanında, Kür nehrinin kıyılarında Osman Server Bek’in önderliğinde ulusal bir birlik teşkil edilmişti. Ahıskalıların dışında ayrıca büyük destek veren Posof’tan Hamşioğlu Arslan Bey ve Ardahan’dan Hafız Efendi olmuştu. 1917 yılının sonunda, Tiflis’te Mâvera-yi Kafkas (Seym) Hükümeti (Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan ittifakı) kurulur kurulmaz, Server Bek bu seym için temsilci olarak seçilmişti. Bu bölgenin yönetimi tamamıyla yerli Türklerin eline geçmişti. Artvin’den Şakir Bey Çoruh eyaletinin yöneticisi, yardımcıları da Ardanuç’tan Tevfik Ataman ve Şavşat’tan Kamil Hoca olmuştu. Abastuman, sekiz Müslüman yerleşim yerinin merkezi olmuştu. Bu yerleşim yerleri Azerbaycan kolordusuna bağlıydı. Bu bölgede 12 bin asker toplanmıştı. Bu ordunun başına da kendi isteğiyle Server Bek gelmişti. Fedakâr olan Hamşioğlu Arslan Bey, kendi maddi birikimleriyle 800 milis yetiştirmişti. Böylece gönüllü askerler tarafından Ardahan ilçeleri, Kür’ün kıyıları 3 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk antlaşmasını kabul etmeyen daşnak Ermenilerden kurtarılmıştı. Gönüllü asker çıkarmalarının kumandanları Ardahan’dan Hamşioğlu Celal Bey ve Tikoş köyünden Güllizaroğlu Abdullah Bey olmuştu. 1918 yılının Nisan ayında Osman Server Bek, General Deli Halit Bey ile birlikte Ahıska’yı Ermenilerden boşaltmıştı. Altı ay sonra yani 30 Kasım 1919 tarihli Mondoros Antlaşması’na göre bizim vilayetler, yani Ahıska, Ahılkelek ve Batum Rusya sınırının öte tarafında kalmıştı. Aslında o günden itibaren, yani 30 Kasım 1918 tarihinde halkımızın başına en büyük bela gelmişti. Halkımızı adeta yetim bırakmıştı. Yine de her şeye rağmen halkımız her türlü savunmasını sürdürüyordu.

15 Ocak 1919 tarihinde İngiliz Generali Forest Voker’e Ahıska-Ardahan-Kars’ta yerli Türklerin yönetimindeki Halk Sovyet Hükümeti’nin kurulduğu bilgisi gelmişti. 18 Ocak’ta ise Kars’ta Güney-Batı Kafkasya Geçiş Hükümeti’nin kurulduğu ilanı verilmişti. Bu durum, İngiliz generali tarafından olumlu karşılanmıştı. Server Bek bütün bu olaylarda aktif bir rol oynamaktadır. 1 Mart 1919 tarihinde Gürcistan’ın düzenli birlikleri Azgur ve Ahıska’ya hücuma geçmişlerdi. Yeteri kadar eğitilmeyen Türk ordusu, Gürcülerin hücumlarına zayıf karşılık vermişti. Server Bek, bölgenin savunulması için Artvin, Ardahan ve Posof’tan tüm halkı davet etmişti. Milis ve halktan oluşan 300 kişilik ordu hücuma geçmişti. Olayların merkezinde Osman Server Bek yer alıyordu. Sağ taraftan jandarmayı yöneten Ardahan’dan Teğmen Niyazi vardı, sol tarafta da Tsahan’dan Salih Hoca bulunuyordu. Vale ve Ude tarafından hücuma geçildi. Bir gün içinde darmadağın olan Gürcü alayı, tüm silahlarını ve teçhizatı bırakarak, Ahıska’ya doğru kaçıyordu. Daha sonra Gürcüler, Ahıska ve Ahılkelek’i terk ederek Borjom geçidinin ardına çekilmişlerdi. Ahıska Milli Şura’sı eyaletin yönetimini üzerine almıştı. Azgur’da tahrip edilmemiş köprüler, İngilizlerin Hintli askerleri için erzakın taşınmasında ve iletişim sağlanmasında katkı sağlıyordu. Bu affedilir bir hata değildi. Milli Şura’nın yönetimi ve askeri işleri Server Bek’e devredildi.

Ancak Gürcüler bu acımasız yenilgiyi unutacak değildi. Bir müddet sonra kendilerini hissettirmişlerdir. General Kvintadze’nin kumandanlığındaki 28000 askerle Gürcüler tekrar Azgur’a girmiş ve Ahıska’ya doğru ilerlemişlerdi. Server Bek şehrin kuzeyinde yer alan dağlara doğru geri çekilmiş ve milis arkadaşlarıyla birlikte ancak iki hafta kadar savunmasını yapabilmişlerdi. Dugur’dan[3] hiçbir silah ve mühimmat gelmediğinden dolayı, Server Bek’in askerleri çok daha fazla dayanamazlardı. Bundan dolayı Posof’a kadar geri çekildiler. Gürcüler masum halka ateş açmaya başladı. Türk köylerini ateşe veriyorlardı, yaşlıları, kadınları ve çocukları öldürüyorlardı. O esnada 1919 yılının Nisan ayında 800 askeriyle birlikte Cihangir İbrahim (Aydın) Bey Ardahan’a yaklaşmıştı. Server Bek de onun ordusuna katılmıştı. Yüzbaşı Latif Bey’le ve onun ordusuyla birlikte Posof’a doğru hareket ettiler. Server Bek, Ulgar’dan getirtilen üç top ve havan topuyla Hanyeri geçidini elinde tutuyordu. Gürcülerle iki gün savaş devam etmişti. 20 Nisan’da Tikan köyünde büyük çarpışmalar oluyordu. Bir Türk’e karşı on düşman düşüyordu. Eşit haklara sahip olmayan bu savaşta Türkler geri çekilmek zorunda kalmıştı. Server Bek askerleriyle birlikte öncelikle Göle’ye, ardından da Oltu’ya çekilmişti. 13 Nisan tarihinde Kars’ı ele geçiren İngilizler, “Güney-Batı Hükümeti”ni dağıttı. Bunun ardından Server Bek için Paris Konferansı’na iştiraki zorunluluğu doğmuştu. Bunun için ona öncelikle Oltu’dan Osman Server Efendi adına sahte kimlikler ayarlandı. Ayrıca Server Bek, bu konferansa posta yoluyla 1919 yılında Batum’da “Güney-Batı Hükümeti” ve onun Ermeniler ve Gürcüler tarafından ele geçirilmesiyle ilgili daktiloyla yazılmış istatistik belgeleri göndermişti. Bu olaylarla ilgili Server Bek “Yenigün” gazetesinde de pek çok yazısını yayınlatmıştı. İstanbul’da kalması risk taşıdığından o, Rus dilinde elle yazılmış ve 1:84.000 ölçekli çizilmiş askeri haritaları büyük bir zorlukla Erzurum’a getirmiş ve Eyüp’ten General Deli Halit Bey’e teslim etmişti. Bu haritalar 1920 yılında Kars’ın kurtuluşunda ve Kafkasya’nın askeri harekâtlarında büyük rol oynamışlardı.       

1920 yılının Nisan ayında Oltu’ya gelerek gönüllü milis birliklerini kurmuştu. General Deli Halit Bey’in yanında “Onursal Kaptan” rütbesiyle görev alıyordu. Halit Bey’in referansıyla o, bir delege olarak Bakü Şark Kongresi’ne iştirak etmişti. Bakü’de Kars ve Ahıska’dan göç etmiş insanlarla karşılaşmıştı. Kongre’de bildiri sunarak Ahıska ve Ahılkelek ilçelerinin Ermeni ve Gürcülerden temizlenmesi konusunda stratejik düşünceleri anlatmıştı. Bakü’de kaldığı bir buçuk ay süre zarfında Bolşeviklerin onu öldürmek için planları kurduklarını öğrenmişti. Bu durumu Moskova’dan dönmekte olan Türkiye temsilcisi Doktor Fuat Sabir’e anlatmıştı. Sabir’in yardımıyla Server Bek, seyahat sekreteri olarak alınmış ve Gümrü’ye (Ermenistan’a) gelinmişti.

Zaman akıp geçiyordu. Her şeye rağmen Türk ordusu Ahıska ve Ahılkelek’i düşman işgalinden kurtarıyorlar. Ancak 16 Mart 1921 tarihli Moskova Antlaşmasına göre Türk orduları bu bölgeyi terk etmek zorunda bırakılmıştı. Bu yüzden Osman Server Bek, milyonluk serveti, bahçesini, meşesini, büyük topraklarını bırakıp, kızakların üzerine eşyalarını yükleyerek, annesini ve diğer akrabalarını alarak Ardahan’a göç etmek zorunda kalıyor. Böylece o, sonsuzluğa dek doğduğu, büyüdüğü, eğitim aldığı, halkın bütünlüğü ve bekası için mücadele verdiği memleketini bırakmıştı. 1921 yılında fedakâr Mühendis Atabek’i Ardahan’da milletvekili olarak seçiyorlar. Milletvekiliyken o, Doğu Anadolu demir yolunu döşemeyi planlayan daşnak Ermenilerin hedeflerini deşifre etmişti. Ermenilerin düşüncelerine göre bu demir yolu onların emelleri için hizmet edecekti. Bu projeye öncülük yapmak isteyen “Çister-Troekt” Amerikan firması idi. Server Bek’in girişimleriyle bu proje reddedilmişti…

Server Bek, 1924-1936 yılları arasında maden mühendisi olarak çalışmıştı. 1936 yılından itibaren maden araştırmalarında bulunur ve Maden Tetkik ve Arama Enstitüsünde bilim heyetinin danışmanı olarak görev yapar. 1942 tarihinde evlenir. Bir kızı var. 1949 yılında istifa eder ve İzmir’e yerleşir. İzmir’e yakın bir yerde, Gümüldür’de büyük bir çiftlik satın alır ve çiftçilikle uğraşır. 12 Aralık’ı 13’üne bağlayan gece, çok sevdiği torunu Feyzullah ile birlikte arabasıyla evine dönerken elim bir kazada hayatını kaybeder.

Türk-Gürcü Savaşı’nda büyük bir kahraman olarak adını yazdıran Osman Server Bek sonsuza dek kalbimizde yaşayacaktır. O, asil, zarif, samimi, cesur ve oldukça olgun, onurlu bir kişi idi. Fransız dilinde yazılmış olan 1.560.000 ölçekli renkli etnografi haritaları, istatistik broşürler Moskova ve Lozan Anlaşmalarında büyük rol oynamışlardı. Günümüzde de Ankara Milli Kütüphanesinde muhafaza edilmektedirler.

Allah Osman Server Bek’e rahmet eylesin!”

Sovyetler zamanında bizim önümüz kesilmişti. Yeni neslimizin önü açıktır. Genç nesillerimize düşen görev, tarihini öğrenmek, dilini ve kültürünü yaşatmak, kimliğini korumak, kökünü unutmamaktır. Okuyan, araştıran nesillerin yetişmesi umuduyla…


[1] Raskulaçivaniye: Kulakların yani zengin köylülerin mülkünün fakir köylüler yararına istimlaki.

[2] Daşnak: Ermeni çeteleri.

[3] Dugur: Posof ilçe merkezi.

You have no rights to post comments